Header Ads


YILMAZ GÜNEY, YILMAZ GÜNEY OLMADAN ÖNCE...


  YILMAZ PÜTÜN ,
Yılmaz Güney olmadan önce neler yapmış bende onu merak edip, gerçek adı ve soyadı Yılmaz Pütün olan Yılmaz Güney hakkında biraz kendimce araştırma yaptım. Sinemaya başlamasının ilk adımları film taşıyıcılığından işletmeciliğe kadar uzanmış ama asıl deneyim tamamen yokluklar üzerinde ki kaprislerden ortaya çıkmış.


Can Dündar Yılmaz Güney ile ilgili  bugün kü yazısında şunları paylaşmış:
Muhteşem Yılmaz
Sinemanın en önemli yönetmen ve oyuncularından biriydi Yılmaz Güney... Oysa hiçbir filmini TV’de göremiyoruz.
Neden?
104 filminin kopyaları yok edildi.
Bazı filmleri hâlâ kayıp ya da yasaklı...
Ali Eyüboğlu’nun röportajından öğrendik ki; eşi Fatoş Güney’in kurduğu “Yılmaz Güney Vakfı” ilgisizlikten kapanmış. Sansür aşılamadı. Müzesi kurulamadı.
Bizse gazetelerde “Hangi karısını daha çok severdi” tartışması okuyoruz habire...
Güney’i “ceddim” sayarak güncel deyişle söyleyeyim:
“Biz öyle bir Yılmaz Güney tanımadık. Onun ömrünün büyük bölümü hapiste ve eylemde geçti.”
Kadınları kadar, kültürel ve siyasal mirasıyla da ilgilensek?

YILMAZ PÜTÜN ,Yılmaz Güney olmadan önce neler yapmış bende onu merak edip, gerçek adı ve soyadı Yılmaz Pütün olan Yılmaz Güney hakkında biraz kendimce araştırma yaptım.Sinemaya başlamasının ilk adımları film taşıyıcılığından işletmeciliğe kadar uzanmış ama asıl deneyim tamamen yokluklar üzerinde ki kaprislerden ortaya çıkmış. Atıf Yılmaz "Alageyik" filmi için seçilen oyuncuları beğenmeyince gelen teklif üzerine kamera karşına çıkmış Yılmaz Güney. Çok başarılı olmasada film yılmaz Güney için bir dönüm noktası ve hedef koyucu olmuş. Daha sonrası ise sistemli çalışmanın ürünü aynı zamanda seyircinin kendini bulduğu tipler olmuş. ülke sorunları ve milletinin sorunları üzerinde hep bilgi sahibi olmuş hatta bunları paylaştığında ilk cezaevi macerasını da tatmış ama kaderin cilvesi midir yoksa alkolün mü bilinmez Adli bir suçtan dolayı Yumurtalık yargıcı Sefa Mutlu'yu öldürmek suçlaması ile çizgi dışına çıkarılmak istenmiştir. Cinayet gecesi tanıklarının tek ortak yönü içkinin gırla gittiğidir. İlginç bir not ise Ölen yargıcın kardeşleri Yılmaz Güney'i Öldürmek istediklerinde araya giren binbaş kardeşin onları durdurma yöntemidir.Yılmaz Güneyin hasta olduğunu ve 11 yıl ömrü var demesi olaydan 10 yıl sonra ise Yılmaz Güney ölmüştür.
Melike Demirağ ve Yılmaz Güney
"Arkadaş" adlı filmden bir sahne
“Ağabeyimin ölüm haberini alınca tüm kardeşler toplandık. Yılmaz Güney'i öldürme kararı alındı. Ama o dönem Binbaşı olan ağabeyim İbrahim Mutlu 'o zaten hasta. En fazla 11 yıl Ömrü var. Kesinlikle böyle birşey istemiyorum' diyerek engelledi. Bunun için cezaevinden kaçtığında hiç üzülmedik. Sefa Ağabeyimin tek kötü yanı alkole düş- künlüğüydü.”05.04,1994 Milliyet Sayfa 4
Yılmaz Güney'in filmlerinden bahsetmeyeceğim zaten benim için uzak anılar gibi, Duvar filmini 15 yaşındayken izlemiştim ve bir iki sahnesi dışında kamera arkası görüntülerde Yılmaz Güney'in mahkum çocuk rolünde oynayan çocuk oyuncuları gerçekçi olması için bağırmasıdır. Arkadaş filmi ise şarkısı ve yazlık zamanları ama beni en etkileyen film senaryosunu yazdığı,"Sürü" filmi  olmuştur.Tek diyebileceğim sinema bu kadar gerçek olamaz.
Sonuç olarak  bir şekilde Yılmaz Güney Türk ve Dünya sinamasında  yerini alırken, düşünce özgürlüğü ve insan haklarının, eşitliğin savunuculuğundan Hapis Kaçkınına, Anarşiste ve Katile dönüşmesi ise hala ve hala içinde bulunduğumuz düşüncenin suç olmasını savunanların koydukları yasalarla ve beyinlerle yaşamamızdandır.
Düşünmek ve Paylaşmak Dileğiyle...

Yılmaz Güney "Ben, ülkemin tüm sorunları üzerine düşünmek, araştırma yapmak, gerekli kitapları okumak, bazı konularda yazmak, günlük siyasal ve toplumsal gelişmeleri izlemek zorunda olan ve kendisini, geleceğin daha zor, daha karmaşık sorunlarına hazırlamakla yükümlü, siyasal yanı ağır basan bir sanatçıyım." Yılmaz Güney (Güney dergisi 1978 yılı Ocak sayısı)
Kopkoyu, esmer mi esmer bir genç adam. Kara, kalın kaşlı. Bir baktınız mı yüzündeki tek aklığı pırıl pırıl ve iki sıra dişlerinde görüyorsunuz. Adı Yılmaz Güney. Geride bıraktığımız sinema mevsimi içinde oniki filmde başrolü oynadı. Ayhan Işık’lara. İzzet Günay’lara. Eşref Kolçaklara, Ediz Hun'lara ve Tamer Yiğitlere karşılık, iki olumsuzluğa sahip: Ucuz ve çirkin. Türk sinemasında ilk olarak çizgi dışı, güzel olmayan bir adam «Kral» lığını ilân ediyor. Hollywood1u Humphrey Bogart, İtalyan Enrico Maria Salermo ve Fransız Jean Paul Belmondo gibi. Yılmaz Güney’in bu sayılanlara benzeyen en büyük özelliği, çirkinliğinin yanı sıra, yokluktan ve yoksulluktan da gelmesi. Ve onlar gibi de sinemada hızla ilerliyor.

ÇİRKİN KRAL'IN SERÜVENLERİ
 YILMAZ GÜNEY, otuziki yaşında. Sinemaya film taşıyıcısı diye girmiş, sonra işletmeci olmuş, sonra Yaşar Kemal'in «Alageyik» ini filme alacaktık. Jön bulamadık. Yılmaz, kim geldi ise beğenmedi. Aradık taradık kimseyi bulamadık. Bir ara, «Yahu Yılmaz Güney, gel sen oyna şu rolü» dediler, oynadım. Böylece sinemaya girmiş oldum. Güney, daha sonra yine Atıf Yılmaz’la «Bu Vatanın Çocukları» nı yaptı, onda da başrolü oynadı O yıllar, Türk sineması, klişecilik üzerine yatırımlara girişmişti. Seyirciye sürekli olarak «güzel adam» ların aşk serüvenlerini pişirip pişirip sunuyorlardı. Kahramanların herşeyleri «anormal» di. Kesme şeker gibi muntazam, iri sağlam yapılı ve sağlık fışkıran kişilerdi hepsi de.

senaryo yazarı sonra rejisör asistanı, sonra da beklenmedik bir anda «Alageyik» filminde «kahraman» rolüne çıkmış. — O günlerde atıf Yılmaz'a asistanlık yapıyordum,
SEYİRCİ İLE ÇELİŞME OYSA, durum seyirci ile çelişiyordu. Yerli film seyircisi ile filmlerinin kahramanlan birbirlerinin zıttıydılar. Şehirlerdeki halkın yüzde ellisi gecekondularda ve en kötü yaşama şartlan içindeydiler. Yerli film seyircisi, bu yığınlardı. Gerçi, aynı seyirci uzun bir süre, erişilmesi gerekenlerin yerine kendini koyup avunmuş* tu ama iki yıldır güzel adamları artık tutmu- yordu. Kendine benzeyen, ezik, kavruk, tükenik insanı anyordu. Yılmaz Güney. bu aranış döneminde ortaya çıktı: «Koçero»ydu. «Prangasız Mahkumdu, «Mağrur ve Sefil»di«Yarall Kartaldı, «Kasmpaşalı Recep»ti ve seyircisine «Her Gün Ölmektense» diyordu: — Her gün ölmek tense, bir gün yaşamak daha iyidir. Seyirciye bu kişilikte çıkıyorum. Bana bu tür rolleri veriyorlar. Yükün altında ezilmiş, boğulmuş bir insanı caıılantlırıyorunk Yani tam seyircimi.. Seyirci, beni seyrederken kendini rahatlıkla ve kolaycacık benim yerime geçirebiliyor. «Çirkin Kral» bu yeni mevsimde yerini daha da sağlamlaştıracak. Tip’ini değiştirmek niyetinde de değil. Bogart gibi, Salerno, Belmondo gibi bir tipi alacak ve sinemeda hep onu götürecek. Seyircisinin istediği de bu zaten. 1965 yılının yeni kral'ı Yılmaz Güneyi dir. Değişik, yeni ve Çirkin bir Kral.

Hiç yorum yok

YORUM BIRAKMAK DÜŞÜNMEK VE PAYLAŞMAK İLE İÇ İÇEDİR. LÜTFEN DÜŞÜNDÜKLERİNİZİ PAYLAŞIN. YORUMLARINIZLA DAHA ÇOK PAYLAŞILALIM.

www.nerdenduydun.com. Blogger tarafından desteklenmektedir.