KARAGÖZ HACİVAT NAM-I DİĞER HAYAL
KARAGÖZ oyununun tarihte adı Zili-i Hâyal'di. Sonraları yalnız Hayal denildi ve Karagöz oynatanlara da Hayâli denildi. Hayâli Kâtip Salih, Hayâli Şair Ömer gibi.Karagöz oynatmak pek zor bir sanattı. Zira, Hayâli olan, yâni ciddi bir
Karagözcü, edip, musikişinas, taklid ve Karagöz oynatmaya vakıf nüktedan
bir adamdır, öyle olunca, kendi piyesini kendi hazırlardı. Kâtip Salih
bunlardan biriydi. Şâir Ömer ise. Karagöz taklidinde ve edebiyatında
Kâtip Salih'e üstündü.
Karagöz tek sanatçının yeteneğine bağlı olarak oynatılır. Perdedeki
tasvirlerin hareket ettirilmesi, değişik tiplerin seslendirilmesi, şive
taklitleri bir tek sanatçı tarafından yapılmaktadır. Sanatçının yanında
kendisine yardım eden bir veya daha fazla yardımcısı bulunmakta,
bunlara, “hayali” veya “hayalbaz”, bu çırakların yardımcılarına
“sandıkkâr”, oyun takımı ile görevli kişiye de “sandıkkâr”
denilmektedir. Oyunlarda şarkıları, türküleri okuyanlara “yardak”, tef
çalan yardımcıya da “dayrezen” adı verilmektedir. Günümüzde
Karagözcülere yardım edenlerin tamamına “yardak” denilmektedir. Karagöz
sanatçıları usta çırak ilişkisiyle yetişmektedirler.
Karagöz lâfına girince, bir acaip haksızlık göze batar durur. Oyunun bütün zahmetini, edebi ve musiki kısmını Hacivat yüklenmiştir. Çoğu zaman Karagöz'den dayak yer. Buna rağmen oyunun adını Karagöz vermiştir. Çünkü seyirciye şok yapan odur.
Hayal oyunu şöyle başlar: Bir kere perdede göstermelik denilen bir resim seyredilir, bir agaç veya bir acayip mahlûk vardır. Bir müddet sonra çatlak zurnaya benzeyen zınltıb bir düdük nağmeleriyle perdeden kalkar. Arkasından perde gazeli dediğimiz musiki parçası, usulü dairesinde okunur. Bir zamanlar şunu okurlardı:
"Bir elif çekti yine sineme cânân bu gice. Pek sanldı bana ol servi hır âmân bu gice. Ayın ondördü gibi düûgece mecliste idi, Kande akşamlayacak ol mehi tâ ban bu gice." Bu okunurken Hacivat perdeye iner. Seyircilere göre Hacivat, perdenin sol köşesinden meydana atlar, Bu meydanın adı Şeyh Küşteri meydanıdır. Karagöz ve Hacivat’ın gerçekten yaşamış kişiler olduğuna inanılarak
ortaya atılan değişik görüşler ve anlatılar da vardır. Bu konu ile
ilgili anlatıların en yaygını şöyledir; “Karagöz ve Hacivat, Sultan
Orhan zamanında Bursa’daki Ulu Cami’nin yapılışında usta olarak
çalışmaktadırlar. Sık sık işi bırakıp espriler yaptıkları için, işçiler
bunları izlemekte, inşaatın ilerlemesi engellenmektedir. Durumu gören
Sultan Orhan’ın Karagöz ve Hacivat’ı astırdığı, sonradan pişman olduğu,
Şeyh Küşteri adlı birinin Karagöz ve Hacivat’ın resimlerini yapıp
arkadan ışık vererek bir perdede oynattığı” şeklindedir. Şeyh Küşteri
Karagöz’ü yaratan kişi olarak anılmaktadır. Karagözcüler, Şeyh
Küşteri’yi pîr’leri olarak kabul ettikleri için, Karagöz perdesine
“Küşteri Meydanı” adını vermişlerdir.
Deve veya manda derisinden yapılan, “tasvir” adı
verilen insan, hayvan veya eşya şekillerinin çubuklara takılıp arkadan
verilen ışıkla beyaz perde üzerinde hareket ettirme esasına dayanan
gölge oyunudur. Oyun, adını Karagöz’den almaktadır. Karagöz adı ile
yaygın olarak bilinen bu oyuna, halk arasında zaman zaman “Hacivat” adı
da verilmektedir.
Gölge oyununun kaynağı Güneydoğu Asya ülkeleri olarak kabul edilir. Türkiye’ye gelişi hakkında ise değişik görüşler vardır;
Georg, Jacob tarafından savunulan görüşe göre, gölge
oyununun Çin’den Moğollara geçtiği, buradan da Türklerin Anadolu’ ya
göçleri sırasında beraberlerinde getirdiği şeklindedir.
Gölge oyununun Mısır’dan geldiğini savunan görüşe
göre, 1517 yılında Mısır’ı ele geçiren Yavuz Sultan Selim, bir gölge
oyunu sanatçısının Memluk Sultanı Tumanbay’ın asılışını canlandırdığı,
gölge oyununu izlemiş bu sanatçıları İstanbul’a getirtmiştir. Türklerin
de bu sanatçılardan gölge oyununu öğrenerek icra ettiğidir.
Karagöz’ün Türkiye’ye geliş tarihi ile Çingenelerin
geliş tarihlerinin çakışması, Karagöz’de rastlanan bazı Çingene
özellikleri nedeniyle gölge oyununun Endonezya’nın Cava Adası ve
Hindistan’dan Türkiye’ye, Çingene oynatıcıları eliyle getirilmiş
olduğuna dair bir görüştür.
Diğer bir görüş ise, gölge oyununun Yahudiler tarafından İspanya ve Portekiz’den getirilmiş olabileceğidir.
Bu gazelden sonra Hacivat bir perde kasidesi okur. Bu kaside klâsik bir parçadır. İnsanların basiret gözünün görmesinin daha yeğ olduğunu anlatır. Bu bir tasavvuf eseridir. Kemteri mahlastı şair tarafından yazılmıştır. ilk üç beytini şöyledir: "Nakşı sun un remzeder hüsnünde rûyet perdesi, Hace-1 hükm-ü ezeldendir hakikat perdesi. Siyreti surette mümkündür temaşa eylemek. Hâil olmaz ayni irfâne hakikat perdesi. Her neye iman ile baksan olur iş âşikâr. Etmiş istiylâ cihanı hâb-ı gaflet perdesi." Daha beş beyit vardır. Güzel bir şiirdir. Hacivat bunu da okuduklar sonra dostlarıyla hasbıhal etmek, yanı diyalog kurmak ister. O da kimdir? Karagöz’dür. Bu arzusunu şöyle açığa vurur. Kaside bittikten sonra Hacivat şu tekerlemeyi yapar:
— Haay Hak! Huzur-u hazerin, cemiyet i irfan, vakt i aefayi merdin, haindir, münafık- tır. müzevirdir şeytan. Şeytanın dinsizliğine, Rahman'ın birliğine, şevketlû devletimizin, mihnetlû milletimizin şefket ve selâmetine... (Duadan sonra). O Demem o demek değil. Yâni ben, bendeniz, ben hiklpiyiniz. ben hake, ben hâkisAre, eli • yiizu yummuş, elfazı düzgün, musahabeti tatlı bir yin vefakâr olsa, o söylese, ben dinlesem, ben söylesem, o dinlese, bu vesileyle oturan, duran yirin, sefayip olsalar... Yâr bana bir eğlence... der, terennüme başlar. Ve az sonra Karagöz, perdenin Bağından atlayıp, Hacivat'ı dövmeye başlar. Sonradan yarışmalar ve oyun böyle açılır.
Karagöz oyunu dört bölümden oluşmaktadır.
Hacivat’ın semai söyleyerek perdeye geldiği, perde gazelini okuduktan sonra Karagöz’ü çağırdığı ve Karagöz’le Hacivat’ın kavga ettikleri giriş bölümüne “mukaddime” (başlangıç) denir. Bu bölümde Hacivat’ın söylediği perde gazelinde, oyunun bir öğrenme aracı ve gerçeklerin göstergesi olduğu belirtilerek felsefi, tasavvufi anlamı vurgulanır.
Hacivat’ın semai söyleyerek perdeye geldiği, perde gazelini okuduktan sonra Karagöz’ü çağırdığı ve Karagöz’le Hacivat’ın kavga ettikleri giriş bölümüne “mukaddime” (başlangıç) denir. Bu bölümde Hacivat’ın söylediği perde gazelinde, oyunun bir öğrenme aracı ve gerçeklerin göstergesi olduğu belirtilerek felsefi, tasavvufi anlamı vurgulanır.
Bu bölümde Karagöz ve Hacivat’ın kişilik özellikleri
ve karşıtlıkları vurgulanır. Muhavereler oyunla ilgili olabildiği gibi,
ilgisiz de olabilir. Bu bölümde, oyunun başkişileri olan Karagöz ve
Hacivat arasında geçen salt söze dayanan olaylar dizisinden sıyrılmış,
somutlaştırılmış ikili konuşma yer alır. Buna “muhavere” (söyleşi,
diyalog) denilir. Muhavere, tekerleme biçiminde de olabilir. Bu bölümde
Karagöz ve Hacivat’ın kişilik özellikleri ve karşıtlıkları vurgulanır.
Muhavereler oyunla ilgili olabildiği gibi, ilgisiz de olabilir.
Asıl hikâyenin anlatıldığı, diğer tiplerin perdeye
geldiği bu bölüme “fasıl” (oyun) adı verilir. Oyun, buradaki konuya göre
isim alır. Fasıl’ın sonunda oyuncular perdeden ayrılır Hacivat ve
Karagöz kalır.
Oyunun sonunun haber verildiği, Karagöz ile
Hacivat’ın oyundaki espriler ve yanlış anlamalardan dolayı seyirciden
özür dilediği, bir sonraki oyunun duyurusunun yapıldığı bölüme “bitiş”
(Final-Epilog) adı verilir.
Karagöz’ün Tekniği: Karagöz’ün oynatıldığı beyaz
perdeye “ayna” adı verilir. Perdeler önceleri 2x2,5 m iken sonraları
110x80 cm ebadında yapılmaya başlanmıştır. İç tarafta perdenin altına
kurulmuş “Peş Tahtası”(destgah) vardır. Oyunda bunun dışında zil, tef,
kamış, nareke (düdük), perdeyi aydınlatacak kandil veya ampul vardır.
Bunlar peş tahtasının üzerinde bulunur. Oyunda
kullanılan tasvirler genellikle 32 – 40 cm büyüklüğünde olur. Tasvirler
50 cm. boyunda, 1 cm. çapında gürgen ağacından yapılmış çubuklarla
oynatılır. Türk Karagöz'ü yatay çubuklarla oynatıldığından, görüntüler
tek yönlü hareket ederler, geri dönemezler. Bunu yenmek için kimi
görüntülerde “fırdöndü” denilen teknik kullanılır. Çin gölge oyununda
olduğu gibi, görüntülerin sırtına deriden ufak bir yuva yapılır. Bir
menteşe yardımı ile görüntünün sağa sola dönmesi sağlanır
Karagöz oyunlarında yer alan tiplerin tamamı tasvirler yoluyla canlandırılır. Tasvirler, cam deri tekniği ile tabaklanan, şeffaflaştırılmış deve, düve, manda, at, eşek ve keçi derisinden yapılmakta, doğal boya ile renklendirilmektedir.
Karagöz oyunlarında yer alan tiplerin tamamı tasvirler yoluyla canlandırılır. Tasvirler, cam deri tekniği ile tabaklanan, şeffaflaştırılmış deve, düve, manda, at, eşek ve keçi derisinden yapılmakta, doğal boya ile renklendirilmektedir.
Oyunda Karagöz ve Hacivat dışında yer alan diğer
tipler, Tuzsuz, Çelebi, Matiz, Tiryaki, Beberuhi, Arnavut, Yahudi, Rum,
Acem, Kürt, Laz, Kastamonulu, Kayserili, Rumelili, Efe, Zeybek, Zenneler
vb.
Burhan Felek Milliyet Gazetesi 28.07.1976
Nilüfer Zeynep ÖZÇÖREKÇİ GÖL http://www.mkutup.gov.tr/menu/58
YanıtlaSilKARAGÖZ İLE HACİVAT: LEYLEK
Mart ayının ortası. Kar yeni kalkmış. Ortalık ayaz, hava buz gibi. Karagöz nicedir işsiz. Kazağını, paltosunu eskiciye satmış. Yarı aç, yarı tok. Üstünde bir fanila, bir mintan. Soğuk havada iş bulmak için gezerken, dişlerinin takırtısı Uludağ'dan duyuluyor. Karagöz tam bu esnada Hacivat'la karşılaşır.
Hacivat: " Merhaba Karagözüm. Nasılsın, iyi misin? "
Karagöz: " İyi değilim Hacivat. Donuyorum. "
Hacivat sağa sola bakınır. Bir evin bacası üstündeki leyleği görür. Parmağıyla leyleği işaret ederek:
" Bak Karagözüm, leylekler gelmiş. Artık yaz geliyor. "
Karagöz: " Hacivat, anlamsız konuşma. Hem leylek gelmiş diyorsun, hem kaz geliyor diyorsun. "
Hacivat: " Kaz demedim Karagözüm, yaz geliyor dedim. "
Karagöz: " Kaz yazayım ama ben yazı bilmem ki. Yaz demek kolay. "
Hacivat: " Dediklerimi yanlış anlıyorsun Karagözüm. Bak leylek nasıl da takırdıyor. "
Karagöz çenesini tutar:
" Takırtı benden geliyor. Paltom yok da, soğuktan dişlerim takırdıyor. "
Hacivat: " Palton yok mu? Doğru ya, paltonu giymemişsin. Al benim paltomu giy. " diyen Hacivat paltosunu Karagöz'e verir. Karagöz paltoyu giyer ve dişlerinin takırdaması durur. Bu sefer üşüyen Hacivat'ın dişleri takırdamaya başlar.
Karagöz: " Hacivat, bu leylek yolunu kaybetmiş, kış günü Bursa'ya gelmiş. Şimdi gerçekten takırdamaya başladı. "
Hacivat: " Karagözüm, leylek değil, ben takırdıyorum. O palto senin olsun. Kürkçü Emin'den kendime kürklü palto alacağım. "
Karagöz: " Körükçü Cemil'den palto mu çalacaksın? "
Hacivat: " Çalmayacağım, parasıyla kürklü palto satın alacağım. "
Karagöz: " Hacivatım, paltonu geri al, bana kürklü palto satın al. "
Hacivat: " Olmaz Karagözüm, benim eski paltomu sen giy. Ben kendime kürklü palto alacağım. "
Karagöz, kendine alma, bana al dedikçe, Hacivat, sana değil, kendime alacağım der ve birlikte Kürkçü Emin'in dükkanına girerler. Bunlar dükkanda tartışa dursunlar, Kürkçü Emin bir diğer lakabı da tilki Emin: Gençliğinde bir taşla dört kuş vurmuşluğu vardır. Şimdi ise, bir taşla iki kuş vurmanın derdindedir. Sensin der, büyüksün der, zenginsin der ve Hacivat'a iki kürklü palto satar. Paltoların birini Hacivat, diğerini Karagöz giyer.
Hacivat, Karagöz ile birlikte yolda giderken, gördüğü bir fakire eski paltosunu verir. İki arkadaş ilk karşılaştıkları yerden geçerken, leyleğin o evin bacasında olmadığını görürler.
Hacivat: " Bak Karagözüm, leylek yok, gitmiş. "
Karagöz başını kaldırır, etrafına bakınır:
" Başka leylekler mi gelmiş? Hani nerede? "
Hacivat: " Başka leylek falan yok. Tek leylek vardı, o da gitmiş. "
Karagöz: " Ha, şu zamansız gelen leylek. Onun sayesinde kürklü palto sahibi oldum. Şansım açıldı. Bundan sonra beni kimse tutmasın. "
Paylasim icin cok tesekkurler.
Sil