Alevilik Nedir? Alevilik Bir Din midir? Alevilik ve Bektaşilik
Aleviliğin tarihsel gelişimi
Orta Anadolu'nun şirin bir İlçesinde, Hacıbektaş'ta her yıl 16-18 Ağustos tarihlerinde Türkiye'nin dört bir yanından gelmiş binlerce İnsan toplanır. Binlerce yürek birleşir bir adın çevresinde. Yüz yıllardır halkın gönlünde, dilinde yaşayan Hacı Bektaş i Veli'dir bu.
Kimdir Hacı Bektaş? Nasıl bir dönemde yaşamış, ne yapmıştır? Hangi İnancı, hangi düşünüşü temsil etmektedir? Alevilerin ibadet şeklini belirlemiş midir? Alevi inancı ve ibadetleri üzerinde etkisi olmuş mudur?
XIII. yüzyıldan günümüze onu yaşatan nedir? Bu yazı dizisinde, Aleviliğin doğuşundan başlayarak bu soruların yanıtlarını arayacak, Hacı Bektaş'ın temsil ettiği inançlarla düşüncelerin tarihsel kökenlerini sergilemeye çalışacağız.
Kimdir Hacı Bektaş? Nasıl bir dönemde yaşamış, ne yapmıştır? Hangi İnancı, hangi düşünüşü temsil etmektedir? Alevilerin ibadet şeklini belirlemiş midir? Alevi inancı ve ibadetleri üzerinde etkisi olmuş mudur?
XIII. yüzyıldan günümüze onu yaşatan nedir? Bu yazı dizisinde, Aleviliğin doğuşundan başlayarak bu soruların yanıtlarını arayacak, Hacı Bektaş'ın temsil ettiği inançlarla düşüncelerin tarihsel kökenlerini sergilemeye çalışacağız.
••Şiilik, daha Hz.Ali'nin sağlığında çeşitli kollara ayrılmıştır. Hz.Ali’nin ölümünden sonraysa bu ayrılıklar belirginlik kazanır”
KUL Himmet bir şiirinde
“Cümle bir mürşide demişler beli,
Teşbihleri Allah Muhammed,Ali
Meşrebi Hüseyni,
İsmi Alevi Muhammed Ali'ye çıkar yolları" dörtlüğüyle Özetler inançlarını. Bir başka halk ozanı Mehemmed de bu inançlarından dolayı onları suçlayanlara şu yanıtı verir
"Gidi Yezit bize Kızıllbaş demiş
Bahçede açılan gül de kırmızı
İncinme ey gönül ne derse desin
Kuran-ı derdeden dil de kırmızı."
İnançlarından ödün vermeyen ve yenik düştüğünde bile boyun eğmeyen Pir Sultan Abdal ise yüzyıllar ötesinden meydan okur yiğitçe:
“Ezelden divane etti aşk beni
Hüseyniyim Aleviyim ne dersin
Niçin dahledersen tarik düşmanı
Hüseyniyim Aleviyim ne dersin.
Hangi koşullarda doğmuş, tarih boyunca ne tür bir gelişim göstermiştir?
Alevilik bir tarikat mıdır?
Ya da kimilerinin öne sürdüğü gibi ilkel bir din mi?
Ya da bir mezhep mi?
Yoksa mezhepler, tarikatlar üstü bir inanış biçimi mi?
“Cümle bir mürşide demişler beli,
Teşbihleri Allah Muhammed,Ali
Meşrebi Hüseyni,
İsmi Alevi Muhammed Ali'ye çıkar yolları" dörtlüğüyle Özetler inançlarını. Bir başka halk ozanı Mehemmed de bu inançlarından dolayı onları suçlayanlara şu yanıtı verir
"Gidi Yezit bize Kızıllbaş demiş
Bahçede açılan gül de kırmızı
İncinme ey gönül ne derse desin
Kuran-ı derdeden dil de kırmızı."
İnançlarından ödün vermeyen ve yenik düştüğünde bile boyun eğmeyen Pir Sultan Abdal ise yüzyıllar ötesinden meydan okur yiğitçe:
“Ezelden divane etti aşk beni
Hüseyniyim Aleviyim ne dersin
Niçin dahledersen tarik düşmanı
Hüseyniyim Aleviyim ne dersin.
Şimdi soralım. Nedir Alevilik?
Hangi koşullarda doğmuş, tarih boyunca ne tür bir gelişim göstermiştir?Alevilik bir tarikat mıdır?
Ya da kimilerinin öne sürdüğü gibi ilkel bir din mi?
Ya da bir mezhep mi?
Yoksa mezhepler, tarikatlar üstü bir inanış biçimi mi?
Peki, Bektaşilik? Piri, kurucusu belli bir tarikat mı yalnızca? Alevilikle Bektaşilik ayn düşünülebilir mi?
Hacı Bektaş-ı Veli kim?
Yüzyıllardan günümüze onu yaşatan büyüklüğü nereden kaynaklanıyor? Bu sorulara başka sorular da eklenebilir? Ama her soru, konuyu daha da karmaşık bir duruma sokmakta, bilinen deyimle ağaçları görmek isterken orman gözden kaçırılmakta örnekse, ta 13. yüzyıldan başlayarak Şii, Batini inançlara bağlı tarikatlarla Alevi inançları arasında kimi benzerlikler vardır. Ama bu benzerlik. Alevilerin mezhepçe Şii oldukları anlamına gelmez. Hele yüzyıllarca önce Şah İsmail yanlısı olmaları, onları İran Şii'liğine bağlamamızı hiç gerektirmez. Tersine İran Şii'liğinin tarihsel-toplumsal gelişim sonucu bugün ulaştığı nokta düşünülürse böyle bir ilişkinin yanlışlığı anlaşılır. Temelde Şii, Batıni inançlara sahip olma böylesi bir yanılgıya yol açmaktadır. Oysa her tarikatta aşırı sünni olanlar dışında ya da mezhepte, tarihte de örnekleri görüldüğü gibi Alevi'ye rastlamak olasıdır. Üstelik sözcüğün genel anlamından yola çıkarak Ali'ye bağlı olanların tümüne Alevi demek de yanlıştır. Bu nedenle önce geçmişe, İslamlığın ilk dönemlerine uzanmak gerekiyor. İlk olarak da ,Alevi, Alevilik sözcüklerinin sözlük anlamları üzerinde durmak lazım.
ALEVİ SÖZÜNÜN ANLAMI VE ALEVİLİK BİR DİN MİDİR?
Kamus-i Türki adlı sözlüğünde Şemsettin Sami, *'Ebu Talip oğlu Hazreti Ali İle Resulullah'ın Fatmatü'z Zehra’nın temiz soyundan olan ve sedat ve şürafanın" (yani Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in soyundan gelenlerin) Alevi sıfatlarıyla anıldığını belirtmekte, ayrıca Hz. Ali'ye bağlanıp onun yandaşı olan ve onu peygamberin öteki sahabelerinden üstün tutanlarla Ali’nin yoluna tabi olup ona bağlanmakla övünenlere de Alevi denildiğini eklemektedir.
Nitekim bu Aleviliğin sözlük anlamına bağlı olarak genel bir tanımla Muhammed peygamberin ölümünden sonra Ali’nin halife olmasını isteyen, onu imam kabul eden, daha sonra ise Şii, Batıni inançlara bağlananların tümüne Alevi denilmiştir. Bu açıdan bakıldığında Alevi sözcüğünün önce Alioğulları anlamında kullanıldığı, sonradan bir anlam genişlemesiyle Ali yandaşlarını da kapsadığı görülmektedir. Onun için Aleviliğin başlangıçta siyasi bir hareket olarak belirdiğini söylemek yanlış olmaz. Bu siyasal tavır alış dinsel gerekçelere dayandırılmış , daha sonra sünnilik dışındaki düşünüş biçimleriyle de beslenerek İslamiyeti kabullenen topluluklarda egemen dinsel görüşe karşı bir inanç ve hareket niteliğine bürünmüştür. Alevilik İslamiyeti kabul eden bir inanç birliğidir.
Nitekim bu Aleviliğin sözlük anlamına bağlı olarak genel bir tanımla Muhammed peygamberin ölümünden sonra Ali’nin halife olmasını isteyen, onu imam kabul eden, daha sonra ise Şii, Batıni inançlara bağlananların tümüne Alevi denilmiştir. Bu açıdan bakıldığında Alevi sözcüğünün önce Alioğulları anlamında kullanıldığı, sonradan bir anlam genişlemesiyle Ali yandaşlarını da kapsadığı görülmektedir. Onun için Aleviliğin başlangıçta siyasi bir hareket olarak belirdiğini söylemek yanlış olmaz. Bu siyasal tavır alış dinsel gerekçelere dayandırılmış , daha sonra sünnilik dışındaki düşünüş biçimleriyle de beslenerek İslamiyeti kabullenen topluluklarda egemen dinsel görüşe karşı bir inanç ve hareket niteliğine bürünmüştür. Alevilik İslamiyeti kabul eden bir inanç birliğidir.
İSLAMDA İLK AYRILIKLAR
Aleviliğin tarihsel gelişimini belirleyen ilk olaylar şöyle özetlenebilir Peygamberin ölümünden sonra ilk kez belirgin bir düşünce ayrılığıyla karşılaşılır. Onun yerine kimin geçeceği sorusu. Müslümanların Mekkeliler ve Medineliler grubu olarak ikiye böler. Medineliler kendi aralarında düşünce ayrılığına düşünce. Mekkeliler duruma egemen olurlar. Ama Muhammed peygamberin soyu Haşimoğulları başta olmak üzere bir bölük insanın, peygamberin soyundan geldiği onun damadı olduğu için Ali'nin halife olması gerektiğini ileri sürdükleri görülür. İşte bu dönemde Ali'yi tutanlarla, onlara karşı olan ve Ebubekir'i tutanlar olmak üzere iki karşıt grup ortaya çıkar. Peygamberin amcası Abbas'ın zorlamasına karşın Ali kendisine biat edilmesini istemez. Ehl-i Beyt'le birlikte Muhammed’in evine kapanır, peygamberin ölüsünü kendisi yıkar ve gömülme işiyle uğraşır. Bu sırada Ömer'in de yardımlarıyla Ebu Bekir'e biat edilmiş, halifelik sorunu çözümlenmiştir. Ali başlangıçta Ebubekir'e biat etmez. Kendisine halifelik için ordusuyla yardım öneren Ebu Süfyan'ı Mûslümanlar arasına ayrılık sokacağı gerekçesiyle geri çevirir. Ali'nin Ebubekir'e biatı, karısı Fatma'nın ölümünden sonradır. Ama Ali'yi tutanlar görüşlerinden vazgeçmezler. Ömer'in, Osman'ın halifelik dönemlerinde de, Ali geri durduğu halde, çatışmalar sürer. Osman öldürülünce, yandaşlarının ısrarıyla karışıklıkları önlemek İçin halifeliği kabul eden Ali, bütün çabalarına karşın bölünmeleri önleyemez.
ALİ'NİN HALİFELİĞİ
Ali'nin halifeliğine (miladi 656) İlk karşı çıkanlar, peygamberin karısı Ayşe, sahabeden Talha ve Zübeyr'dir. İlk savaşı (Cemel Vakası) da onlarla olur. Daha sonra da savaşlar sürer. Bu çatışmalardan en önemlisi Muaviye ile olanıdır. Osman, halifeliği sırasında kendi soyundan, yani Ümeyyeoğullarından olan kişileri kayırmış, onları önemli görevlere getirmiştir, Şam Valisi Muaviye bunlardandı ve halifeliği, dolayısıyla iktidarı ele geçirmek istiyordu. Nitekim Osman'ın katillerinin cezalandırılmadığını söyleyerek Müslümanları Ali'ye karşı kışkırtıyordu. Sonunda savaş kaçınıl- mazlaştı Ali İle Muaviye'nin orduları Sıffın'da karşılaştılar (Miladi 657). Ali savaşı kazanmak üze- reyken, Muaviye'nin yandaşı Amr'ın, askerlerin mızraklarının ucuna Kuran nüshalarını bağlatarak "Aramızdaki ayrılığın çözülmesi için hakem budur" diye bağırtması sonucu kendi askerlerinin saldırıdan vazgeçmesi Ali'yi istemediği bir anlaşmaya zorladı. Ali’nin hakemi Ebu Musa, damadı Abdullah b. Ömer'in halife olmasını istediği için Amr'ın oyununa gelir ve Muaviye halife ilan edilir. Bu olay üzerine çözümü kabul etmeyen Hariciler iki tarafa da düşman olurlar. Medine'yi zaptederek halka işkence edince Ali harekete geçer ve Haricileri yok eder (miladi 658). Bu olay Haricilerin Ali'ye kin beslemesine yol açar. Nitekim daha sonra Küfe'ye çekilen Ali, İntikam almayı isteyen bir Harici (İbn Mülcem) tarafından zehirli kılıçla ağır şekilde vurulacak, bu saldırıdan üç gün sonra ölecektir (miladi 661).
ALİ'NİN OĞULLARI: HASAN’LA HÜSEYİN
Ali’nin ölümünden sonra Küfeliler oğlu Hasan'ı halife seçtiler. Ama Hasan kendi yandaşları arasındaki ayrılıklardan ürkerek Muaviye ile savaşı göze alamadı. Onunla anlaşıp halifelikten çekilerek Medine’ye yerleşti. Anlaşmanın koşulları arasında, Hasan’a bağlı olanlara eziyet yapılmaması, halifeliğin Muaviye'nin ölümünden sonra soyuna geçmemesi, hutbelerde Ali'nin kötülenmemesi gibi konular vardı. Hasan'ın küçüğü olan Hüseyin, ağabeyinin ölümüne (miladi 669) dek ikinci planda kaldı. Onun Muaviye ile anlaşmasına karşı olmakla birlikte sesini çıkarmadı. Hasan'ın ölümünü izleyen yıllarda da açıkça harekete geçmedi. Anlaşmanın koşullarına bağlı olarak Muaviye’nin ölümünü bekledi. Yalnız, egemenliğini pekiştiren Muaviye, kendisinden sonra Halife olarak oğlu Yezid'e biat edilmesini isteyince bunu kabul etmedi.
Muaviye de, Müslümanların o güne kadar Halife'nin seçimle belirlenme anlayışına aykırı bu isteğinin önemli bir siyasal sorun yaratacağını anlayınca üstlenmedi. Ama, Muaviye ölüp de yerine gecen oğlu Yezid halifeliğini ilan edince (miladi 680) biat sorunu gündeme geldi. Emevi tahtına geçen Yezid’in ilk buyruğu mektup yazdığı Medine Emiri'nden kendisine biat etmemiş olanların hemen biat ettirilme- sini istemek oldu. Kendisinden gizlice biat etmesini isteyen Medine Emir'ine Hüseyin, bunu yapamayacağını, kararını ertesi gün halkın önünde açıklayacağını bildirdi. Gece olunca da ailesini toplayarak Mekke’ye gitti. Hüseyin’in Mekke’ye geldiğini öğrenen Küfeliler mektup yazarak, elçiler göndererek onun yanında olduklarını, ona biat edeceklerini bildirdiler ve kendisini Küfe’ye çağırdılar. Hüseyin önce amcasının oğlu Müslim'i Küfe’ye gönderdi. Başlangıçta binlerce kişinin Hüseyin’e biat ettiği görüldü. Durumu öğrenen Yezid, Basra Valisi Ubeydullah’ı Küfe Valiliği’ne getirerek Müslim’i yakalatıp öldürtmesini emretti.
VE KERBELA
Bu sırada Hüseyin, yanına bütün ailesini alarak Kûfe'ye doğru yola çıktı. Kendisini önlemeye çalışanları da dinlemedi. Yolda karşılaştığı iki Bedevi'den Müslim'in öldürüldüğünü, Kufelilerin kendisini desteklemekten caydığını öğrenince geri dönmek istediyse de Müslim'in kardeşleri öç almak düşüncesinde direttiler. Onlara uyan Hüseyin de yandaşlarına kendisini izlemek zorunda olma- dıklarını bildirdi. Bunun üzerine onunla birlikte yola çıkanların çoğu ayrıldı. Yanında yalnız aile bireyleriyle en sadık yandaşları kaldı. Yolda Ubeydullah'ın bin kişilik öncü kuvvetiyle karşılaşıldı. Küfe yoluyla geri dönüş yolunun tutulması üzerine kuzeye yönelen Hüseyin. Kerbela da konakladığı sırada kuşatıldı. Kuşatma sürerken bir yandan da teslim olma koşulları görüşülmekteydi. Ama Hüseyin'in önerilerinden hiçbiri kabul edilmedi. Hicri tarihle 10 Muharrem 61 Cuma (10 Ekim 680) günü yapılan savaşta Hüseyin ve yakınları sayıca kendilerinden çok üstün Yezid'in ordusunca öldürüldüler. Kadınlar ve çadırlar yağmalandı. Hüseyin'in bebek yaştaki oğulları bile kıyımdan kurtulamadı. Yalnız, hasta olduğu için savaşa katılamayan oğlu Ali (Zeynelabidin), yağma sırasında öldürülmek üzereyken Küfe ordusuna komuta eden Ömer b. Sa'd tarafından kurtarıldı. Hüseyin'in başı da Yezid'e götürülmek üzere kesildi.
KERBELA SONRASI
Bu olay, İslam tarihinde gerek siyasal, gerekse düşünce ve inanç ayrılıklarının keskinleşmesinde dönüm noktası olmuştur. Halife Osman'ın öldürülmesinden sonra beliren Şiilik, Emeviler'in egemenliği döneminde İran’da yayılmış, Emevi yönetiminin ezdiği bütün halklar ehl-i sünnet yolundan sapmışlardır. Kuran'ın bir dış yüzü (Zahiri), bir de iç yüzü (batini) olduğunu, bu gizli anlama (İç gerçeğe) ise ancak teville (keyfi yorum) ulaşılabileceğimi savunan Batıniliğin gelişimi de bu dönemdedir. Konumuzla dogrudan ilgili olan Şiilik, daha Ali'nin sağlığında çeşitli kollara ayrılmıştır. Ali'nin ölümünden sonraysa bu ayrılıklar belirginlik kazanır. Bu gelişimin ayrıntıları konumuzun dışında yalnız, şiiliğin tarihsel gelişiminde İmamiyye mezhebinin ağır bastığını, İmamiyye içinde de Caferiliğin egemen olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Çünkü İmamiyye’nin Caferi Sadık'ı imam kabul eden ve imamlığın ondan sonra oğlu Musa-el-Kazım'a geçtiğine inanan kolu Caferilik, X. yüzyılda İslamlığı kabul eden Türk toplulukları üzerinde de etkili olmuştur.
Şimdi, bu kısa açıklamanın ardından, Hacı Bektaş i Veli’nin yaşadığı' XIII. yüzyıl Anadolu'suna geçebiliriz.
12.08.1990, Milliyet, Sayfa 13 ANADOLU ALEMLERİ VE HACI BEKTAŞ-İ VELİ
ATİLLA ÖZKIRIMLI
Blogunuzda yer alan paylaşımlarınız çok olumlu bulduk ve klima tamir olarak başarılarınızın devamını diler.
YanıtlaSil