Header Ads


Roma Konut Mimarisi( Mimarlık ve Toplumsal Değişim )

Mimarlık ve Toplumsal Değişim

Pompeii ve Herculaneum'un nüfuslarının toplumsal kompozisyonundaki değişimler, mimarlık modalarındaki değişimlere de eşlik etmiş gibidir. Önde gelen ailelerden bazılarının şehirdeki evlerini bırakıp, kent çevresindeki villalara taşınmayı tercih etmeleri, üst katların artan popülerliği ve tek aile konutlarının kalabalık kullanım için el değiştirmesi, büyük olasılıkla nüfusun arttığına işaret etmektedir.
Üst katların ilk örneği M.Ö. 2. yüzyılda, yemek odalarının birinci kat seviyesine inşa etmek gibi bir modayla ortaya çıkmıştı. Fakat bunların çoğu yaklaşık M.Ö. 50'den sonrasına tarihlenmektedir. Daha geç döneme ait bir evde -örneğin, merdivenlerin, ahıra giden koridorda ve küçük atriumun köşesinde görülebildiği Vetii Evi gibi- bunlar, mimarın özgün planının bir parçası olabildikleri gibi, çoğunlukla sonradan yapılmış eklemelerdi ve bu nedenle de hafif malzemelerden, çoğunlukla da sadece saz ve çamurdan yapılmışlardı.
 Bu yapıların zemin katları iş için kullanılırken, arkadaki ahşap bir galeri de, dükkân sahibi ve ailesi için yaşam alanı oluşturuyordu. Benzer dükkân ve atölyeler artarak, bazen ticari faaliyetler için yer kazanmak adına geriye, önceleri bir evin yaşam mekânları olarak kullanılan tarafa doğru genişlemişti.M.S. 1. yüzyılda, sahipleri tarafından dairelere bölünerek kiraya verilen bazı evlere de rastlanmaktadır. Pompeii'nin doğu ucuna doğru geniş bir arazi içinde büyük bir ev olan Julia Felix Villası'nın duvarına yazılmış bir not da bu durumu doğrulamaktadır. Belge, oturma odaları, sütunlu avlu ve bahçe dâhil olmak üzere, ev sahibinin yaşama alam; halka açık şekilde kiralanacak bir hamam; bir han, bir dükkân ve ayrı dış kapılı birkaç daire olmak üzere mülkün üç bölüm halinde kiralanacağım yazmaktadır.






Pompeii: Menander Evi ve Yapı Adası
Pompeii: Menander Evi ve Yapı Adası,
Sallust Evi'nin girişinin yanlarındaki altı dükkân, M.Ö. 3. yüzyıl gibi erken bir tarihte bile, en aristokrat kent sakinlerinin, pek de seçkin olmayan komşuları olabileceğini göstermektedir.
Pompeii anlatılan doğal olarak, daha gösterişli evler üzerinde yoğunlaşma ve onları yoksul sınıfın da ev, dükkân ve atölyelerinin yer aldığı kentsel dokunun bir parçası olarak değil, domusun gelişiminin bireysel örnekleri olarak ele alma eğilimindedir. Aynı şekilde, son yıllarındaki durumunun betimlenmesine, bu duruma erişirken geçirdiği değişim sürecine göre daha fazla kanıt sunduğu için de daha çok ilgi gösterilmektedir. İngiliz arkeologlar tarafından 1978 ile 1986 yıllan arasında" bir yapı adasının tümü üzerinde yapılan ayrıntılı araştırmalar daha dengeli bir anlatıma imkân sağlamıştır.
Yapı adasındaki en önemli konut olan Menander Evi [A], Pompeii'deki en görkemlilerden birisiydi ve son haliyle, yapı adasının yansından çoğunu kaplıyordu. Yaşama alanları, standart bir atrium ve sütunlu avlu çevresinde toplanmıştı ayrıca, sütunlu avlunun batısında bir özel hamam, mutfak ve sebze bahçesine, [D] doğusunda ise, büyük bir ziyafet salonuna [c] ve güneydoğu köşesinde -çiftlik arabalarının geçebileceği genişlikte bir kapısı olan- ahır ile hizmetçiler bölümüne sahipti. Güneybatı köşedeki Âşıklar Evi'nin [E] de hem atrium, hem de sütunlu avlusu vardı. Sütunlu avlu, Pompeii'deki neredeyse tek iki katlı örnekti. Bu evlerin ikisi de kesinlikle varlıklı sınıflara aitti, fakat yapı adasında, daha düşük toplumsal statülü kişilerin yaşadığı yoksul evler de bulunmaktaydı. Kuzeybatı köşedeki iki evin [F ve G] daha biçimsiz şekilleri ve sütunlu avluları olmadığı halde, en azından atriumları vardı. Dolap İmalatçısının Evi'nde [F] marangozluk aletleri ve sahibinin zanaatıyla ilgili diğer bulgular yer alırken, içinde birçok yün eğirme aleti ortaya çıkartıldığından, köşedeki evin [G] bir dokumacıya ait olduğu sanılmaktadır. Kuzeydoğu köşedeki üç küçük ev, sınır duvarlarının bütünüyle düzensiz ve karmaşık bulmacasını sergilemektedirler. Nihayet, güneybatı uçtaki küçük yapı [R] da bir kafe-bardı. Menander Evi'yle Dolap İmalatçısının Evi arasında kalan atölyenin bir çırpıcıya ait olduğu sanılmaktadır ve girişin yanındaki merdivenlerdeki erotik bir duvar yazısı da buranın, birinci kattaki bir geneleve çıktığına işaret etmektedir. Yapı adasının toplumsal kompozisyonunun karışık olduğu kesindir. Yapı adasının nasıl geliştiğinin tarihçesi de bir dizi ilginç noktayı açığa çıkarmaktadır. İlk inşaat M.Ö. 200'den az önce başlamışsa da, yapı adasının diğer kısımları yaklaşık M.S. 50'ye kadar boş kalmıştı. Mülkiyet sınırlarının hep değişken olduğu sanılmaktadır. Menander Evi, Sallust Evi gibi simetrik atriumlu bir ev olarak başlayıp boş alanları ya da önceden başka evlere ait odaları da içine alarak genişleyen, yapı adasının daima en önemli evi olmuştu. Âşıklar Evi, güneyden girilen daha eski bir mülkün üzerine inşa edilmişken, kuzeydoğu köşedeki üç ev de, daha önce yalnızca ikisinin paylaştığı bir alanı kaplıyordu.
Mülk kullanımında değişiklikler de yaygındı. Kuzeydoğu köşedeki ev, Augustus'un hükümdarlığı sırasında, bir köşe başı çeşmesine yer açmak için geriye alınırken, ev sahibi de ön odasını bir kafe-bara dönüştürmüş, fakat M.S. 79'da tekrar ikamete çevirmişti. Çırpıcı, genelev ve kare-barın hepsi de, güneydoğu köşedeki ahırdan bozmaydı ve M.S. 62'deki depremden sonra yapılmış olmalıydı. Üst katların ilki yaklaşık M.Ö. 50'de inşa edilmiş, M.Ö. 1. yüzyılın sonlarından itibaren ise, daha yaygın hale gelmişlerdi ve M.S. 79'da yapı adasındaki hemen her mülkün en azından kısmi bir üst katı bulunmaktaydı. Bu buluşlar, dönemin eğilimleri için Pompeii'nin diğer bölgelerine hatta Herculaneum ve İtalya'nın başka şehirleri için de genellenebilecek bulgular sunmaktadır.

(B) Ostia: apartman konut (insula)
Roma'da Kiralık Konutlar
Bir öküz, Roma'daki sığır pazarı yakınındaki bir binanın üçüncü katına çıktı ve sonra, kiracıların çıkardığı gürültüden korkup kendini aşağıya attı. (Livius, 21.62)
Livius bu önemsiz olayı, M.Ö. 218/217 kışında, tanrılar tarafından Romalılar'a, Kartacalılar'a karşı yapacakları savaşta başlarına bir felaket geleceğine dair işaret olarak gönderilmiş olduğunu yazar. Biz bu tanrısal mesaja inanmıyor olabiliriz, fakat hikâye, M.Ö. 3. yüzyıl öncesinde Roma'da çok katlı binaların bulunduğunu kanıtlayan bir delil olduğu için önemlidir. En azından şehrin bazı bölümleri çoktan kalabalıklaşmış olmalıdır.
Diğer kaynaklardan da biliyoruz ki, Galyalılar tarafından M.Ö. 390'da talan edilmesinin ardından bu dönemde Roma, aceleyle yeniden inşa edilmesinin sonucu olarak karmakarışık, kalabalık, dar sokaklı mahalleleriyle, yanmaya hazır, düzensiz bir şehirdi.

Büyük Roma Yangını
Bu yangınların en tahripkâr olanı, M.S. 64'te, Nero'nun hükümdarlığı sırasındaki korkunç yangındı. Şehrin on dört semtinden üçü tamamen yanarken, birçoğu da kötü şekilde etkilenmişti. Zalimce bir söylentiye göre Nero, Roma yanarken lir çalmıştı. Gerçekte ise, öncelikli sorunlarla başa çıkmak için hızlı kararlar almış ve kentin yeniden inşa programını yürütmek üzere bir dizi akıllıca düzenlemeler yapmıştı. Evlerini kaybedenlerin açlık çekmemeleri ve başlarını sokacak bir yere sahip olmaları için mısır fiyatlarını düşürmüş ve kendi bahçeleri de dâhil olmak üzere şehrin açık alanlarında geçici barınaklar yaptırmıştı. Tiber'in yukarısına mısır taşıyan gemilerin geriye boş dönmeleri yasaklanmış ve yıkılmış binaların molozlarını alarak, Ostia'daki bataklıklara dökmeleri şartı konulmuştu. Mülklerini belirli bir zaman içinde yeniden inşa eden mülk sahiplerine ödüller vaat edilmişti. Gelecekteki plan için, caddelere asgari bir genişlik belirlenmiş ve binaların yükseklikleri sınırlandırılmıştı. (Bu, olasılıkla Augustus'un koyduğu 70 Roma ayağı sınırının tekrarıydı. Traianus bunu sonradan 60 ayağa indirmişti). Her apartman yapısının kendi duvarlarıyla çevrelenmesi -yangının bir yapıdan diğerine geçmesini kolaylaştırdığından, bitişik yapılar ortak bir duvarı paylaşamayacaklardı- ve her apartmanın, içinde su deposu olan bir avluya sahip olması zorunluluğu getirilmişti. Belli bir yüksekliğe kadar, ahşap kirişler yasaklandığı gibi, binaların Gabii veya Alba'dan gelen ve yangına karşı dayanıklı olduğu kabul edilen taşlardan inşa edilmesi şartı da konulmuştu.
Bu düzenlemelerin her zaman denetlendiğinden emin olmak imkânsız olsa da, -muhtemelen denetlenmemiştir- şehrin yangından sonra ortaya çıkan çehresi, öncekinden kesinlikle çok farklıydı. Tacitus, yeni düzenlemelerin, yararlarından dolayı uygun bulunduklarını ve şehri daha güzel kıldığını söylerse de, bazılarının eski şehrin karışık sokakları ve yüksek binalarının, kendilerini güneşin sıcağından daha iyi koruduğunu düşündüklerini de eklemeyi ihmal etmemiştir (Annals, 15.43). Şehrin yeniden inşası, büyük ihtimalle eğilimin, tek katlı domuslardan, apartman ya da blok yapılara yönelmesini desteklemiş olmalıdır. M.S. 4. yüzyıla ait bir Roma bina envanteri, 46.602 apartman bloğuna karşılık yalnızca 1.790 müstakil ev olduğunu belgelemiştir. Fakat bu apartman bloklarından hiçbiri günümüze ulaşamamıştır ve neye benzediklerini görmek için Ostia'ya gitmek gerekmektedir.

Ostia'nın Gelişimi
M.S. 79'un başında Ostia'nın konut alanları, kısa süre sonra Pompeii ve Herculaneum',da yok olacak ve böylece de günümüze dek korunacak konut alanlarını çok andırıyordu. Her ikisinde de standart konut biçimi hala domustu ancak, sonraki elli yıl hızlı bir değişim dönemi oldu ve M.S. 2. yüzyıl ortalarında Ostia bir apartmanlar şehri haline geldi.
Bu değişimin sebebi, Ostia'nın Roma'nın başlıca limanı olarak gelişmesi, özellikle de, başkent nüfusunu besleyen mısır ithalatının ana merkezi olmasından kaynaklanan hızlı nüfus artışıydı. Roma'ya yakınlığı ve malların nehir yoluyla taşınabilmesi (kara yoluyla taşımacılık çok daha pahalıydı) iki büyük avantaj kazandırmaktaydı, fakat ticaret arttıkça liman dar gelmeye başladı ve durum, Tiber'in ağzında mil birikmesiyle daha da kötüleşti. Durumu düzeltmek için İmparator Claudius, nehrin 4 km. kadar kuzeyine, her iki yanında topraktan devasa dalgakıranlarla korunan ve Tiber'e bir kanalla bağlanan yeni bir liman yaptırdı. Burası fazladan kullanışlı bir alan yaratmıştı fakat rüzgâra açıktı -M.S. 62'de iki yüz gemi bir fırtınada liman içinde batmıştı- ve bu nedenle İmparator Traianus, yüzden fazla geminin güvenle demirleyebileceği bir iç "liman inşaa ettirdi. Yeni bir yerleşim olsa da Portus, Traianus'un limanının çevresinde gelişmişti, Ostia ise, tüm kompleksin merkezi olarak kaldı ve M.S. 2. yüzyılda en işlek ve zengin dönemini yaşadı. Bu gelişmelerin beraberinde getirdiği nüfus artışının boyutları, Ostia ve Pompeii'deki nüfus yoğunluğu karşılaştırılarak da anlaşılabilir. Her iki kentte de surlar içinde kalan alan aynı, yaklaşık 65 hektarken, Pompeii'nin nüfusu M.S. 79'da tahminen yalnızca 10.000 civarındaydı, Ostia'da ise, M.S. 2. yüzyılda yaklaşık 50.000 kişi yaşamaktaydı.

İnsula: apartman konut
Böyle bir durumda, insula açık bir avantaja sahipti: Birincisi, çok sayıda insanı oldukça küçük bir alanda barındırabiliyordu. Diğeri ise, inşaat metodu ve kullanılan malzemelerde saklıydı. Sağlam ve yangına karşı dayanıklı olan tuğla kaplamalı harç duvarlar, pahalı ustalık becerileri gerektirmeksizin kolayca inşa edilebildiği gibi, gerek malzeme, gerekse bunları inşaat alanına taşıma maliyetleri de oldukça düşüktü.
İnsulanın yüksekliği genellikle üç veya beş kat arasında değişiyordu. Ostia'nın birkaç yerinde, halen üçüncü kata kadar sağlam duvarlar kalabilmiştir fakat bir binanın yüksekliğine dair en iyi kanıt zemin kat duvarının kalınlığıdır. Genellikle 60 cm. kalınlığındaki bir duvar üç katlı bir binaya işaret ederken, beş katlı bir bina genelde bir metreye yakın kalınlıkta duvarlara sahipti. Zemin katlar yaklaşık dört metreyi bulabildiği halde, Ostia'da ortalama kat yüksekliği 3,5 m. kadardı. Dolayısıyla beş katlı bir bina, Traianus'un 60 Roma ayağı (17,75 m. civarında) sınırlandırmasına, özellikle de en üst kat biraz alçak yapılırsa, ancak uyuyordu. Roma'da, Nero tarafından büyük yangın sonrasında yürürlüğe konulan yapı düzenlemeleri, Ostia'da da gözetilmiş gibidir. Binalar çoğunlukla kendi duvarlarıyla çevrelenmişlerdi ve taşıyıcı sistem amacıyla ahşap kullanımı, en azından alt katlarda nadirdi.
Kırmızı ya da sarımtırak renklerde ve dar yatay şeritler halinde örülmüş çıplak tuğla (opus testaceum), dış duvarlara tekdüze bir görünüm vermekteydi. Çeşitlilik ve ritim duygusu pencereler -kimi zaman adi cam, kimi zaman da yalnızca panjurla örtülü-ve bazen de balkonlar ya da zemin kattaki dükkânların geniş girişleriyle verilmişti. Balkonlara her zaman apartmanlardan ulaşmak mümkün olmadığından, sanki daha çok, caddelerde yatıp kalkan insanlara korunak sağlamak üzere, bir tür donatı olsun diye yapılmış gibiydiler. Dükkânlar çoğunlukla, tüm binanın daha dengeli olmasını sağlayıp üstteki konutlar için sağlam bir temel oluşturan, beşik tonoz tavanlara sahipti. Hemen girişin üzerindeki küçük kare pencereler ise, dükkân sahibi ve ailesinin yaşadığı daracık alam aydınlatmaktaydı.

Diana Evi, bu hususlardan birçoğuna örnek teşkil etmektedir. Ostia'daki diğer birçok insula gibi, bir iç avlunun çevresine yerleştirilmiş dikdörtgen bir bloktu



Diana Evi
Diana Evi, bu hususlardan birçoğuna örnek teşkil etmektedir. Ostia'daki diğer birçok insula gibi, bir iç avlunun çevresine yerleştirilmiş dikdörtgen bir bloktu. Buranın, Pompeii domuslarının heybetli atriumları veya gösterişli sütunlu avlularıyla pek az ortak noktası vardı ve genelde karanlık ve kasvetli bir mekân havasına sahip gibiydi. Avlunun asıl nedeni, dış cephede pencereleri olmayan odaları aydınlatmak ve bloğun tümü için su depolamaktı. Daha estetik görünüşlü avlular, sadece bazı daha konforlu apartmanlarda bulunuyordu; örneğin, Arabacılar Evi'nde avlunun zemin katı, bir yanı açık kemerlerle çevriliydi. Cassette-tipo türündeki blokların avlusu yoktu fakat bir teras gibi cadde boyunca uzanıyorlardı.

İç Mekân Düzeni: Cassette-tipo (kaset tip)
İnsulaların iç mekânları domusun oldukça düzenli planlarına göre her zaman için daha çok çeşitlilik içermişti, ama Casette-tipo'da (kaset tip) oldukça sık rastlanan bir kalıp vardı.

İç Mekân Düzeni: Cassette-tipo (kaset tip)
İnsulaların iç mekânları domusun oldukça düzenli planlarına göre her zaman için daha çok çeşitlilik içermişti, ama Casette-tipo'da (kaset tip) oldukça sık rastlanan bir kalıp vardı. Bu bloklarda dükkân bulunmuyordu ve örnekteki daire zemin kattaydı. Doğuda, cadde üzerindeki giriş doğrudan, diğer odaların etrafına yerleştirilmiş olduğu, merkezi alana, medianum'a [A] açılıyordu. Bunlar, oldukça geniş bir oturma odası [B], iki yatak odası [C ve D], bir tuvalet [E] ile mutfak olması muhtemel bir odaydı [F]. Doğu ve güney cephelerde pencereler olmasına karşın, tuvaletteki, havalandırma için olması muhtemel küçük bir delik haricinde batı tarafında hiç pencere bulunmuyordu. Üstteki daire ile kuzeyindeki eşi de benzer iç mekân düzenlerine sahip olmalılardı.
Bu, M.S. yaklaşık 100'e tarihlenen, Ostia'daki ilk bloklardan biriydi ve muhtemelen sadece iki katlıydı. Su tesisatı yoktu, iyi inşa edilmemişti ve çift oturaklı tuvaleti, kalabalık bir nüfus barındırdığının işaretiydi (gerçi Roma'da, sadece kamusal ile mahrem arasındaki sınırların bizimkilerden farklı olduğunu gösterse de). Buna rağmen, tuvalet haricindeki tüm odaların zeminlerinde siyah-beyaz mozaikler vardı ve duvarlar sıvanıp boyanmıştı. Bu bloğun sakinleri olasılıkla oldukça fakirdi ancak birçok insulada her toplumsal sınıftan kiracı bulunuyordu. En varlıklılar, eğer dükkân yoksa genellikle zemin katlarda ya da zeminin hemen üstünde otururken, yoksullar da en üstteki küçük dairelerde kalıyor olmalıydılar.
Temel insula planının bir diğer avantajı da, sadece çok ufak değişikliklerle, farklı bina türlerinde kullanılabilmesiydi. M.S. 2. yüzyılın ortasına ait iki bina bu durumu örneklemektedir. İtfaiye Karargâhı ve büyük bir mısır ambarının her ikisi de tuğla kaplı harç duvarla inşa edilip bir iç avlu çevresinde düzenlenmişlerdi.

Ostia’nın Gerilemesi
Çalışan bir kent olarak Ostia'nın refah dönemi oldukça kısa, 150 yıldan biraz daha uzun sürer ve M.S. yaklaşık 250'de Portus önem kazanırken, Ostia'nın nüfusu azalmaya başlar. M.S. 250'den kısa bir süre sonra, üst katlarında konutlar bulunan büyük bir fırın yandıktan sonra tekrar inşa edilmediği gibi, ambarların rutin onarım çalışmaları da, yüzyılın sonundan önce neredeyse durdurulur. Fakat nüfusun azalması ve buna eşlik eden, arazi değerlerindeki düşüş ilginç bir sonuç doğurur. Müstakil evler yine moda olurken, Ostia, M.S. 4. yüzyılda, hamamları, tiyatrosu, nymphaeum ve kentsel yaşamın diğer tüm donatılarıyla hoş bir ikamet şehri haline gelir.
Ama bu bile uzun sürmez. Ostia'nın zenginliği her zaman Roma'ya bağlıdır ve M.S. 330'da Konstantinopolis'te imparatorluk için yeni bir başkentin kurulması, imparatorluğun değişik bölgeleri arasındaki ticaretin, asayişteki genel bozulma yüzünden azalması ve nüfusunu tehdit eden veba ile birlikte, artık Roma'nın kendisi de inişe geçer. M.S. 5. yüzyılın sonlarına doğru Ostia'yı besleyen su kemeri kullanım dışı kalır -büyük olasılıkla bakım ve onarımı pahalıya geliyordur- ve şehir sakinleri bir kez daha kuyuları kullanmaya zorlanır. M.S. 6. yüzyılda şehirde çok az kişi kalmıştır. Zamanla yeni liman da mille dolarken, kıyı şeridi uzaklaşır ve su tahliye kanalları da işlevlerini yitirir. Orta Çağ'da, Ostia'nın çevresi geniş bataklıklarla dolmuştur ve tüm bölge sıtma tehdidi altındadır.
Aralıklarla devam eden kazılar 19. yüzyılda, öncelikle heykel ve kitabe avcılığıyla başlamasına karşın, şehrin görünüm ve hayatım bir bütün olarak ortaya çıkaracak sistematik çalışmalar 20. yüzyılın ilk yıllarına dek yapılamaz.

İnsulanın Şöhreti: luvenal
Bu kazılar olmasaydı, hala bir insulanın nasıl göründüğünü bilmiyor ve Latin edebiyatından referanslara dayanarak parçaları bir araya getirmeye uğraşıyor olacaktık. Bu yazarlar arasında en çok alıntı yapılanı, M.S. 2. yüzyılın başlarında, büyük yangını takiben Roma'nın yeniden kurulmasından elli, altmış yıl kadar sonra yazmış olan, hiciv ustası Iuvenal'dir. Satyr 3'de Iuvenal, Roma'daki hayatın kokuşmuşluk ve sefilliğine saldırır:
Yaşadığımız şehrin büyük bölümü ince payandalarla desteklenmekteydi. Mülk sahipleri binaların çökmesini bu şekilde engelliyor ve aralarında boşluklar olan çatlakları kâğıtla kaplayarak, bize yatıp uyumamızı, endişelenmememizi söylüyorlardı -her ne kadar, ev çoktan yana yatmış ve yıkılmak üzere olsa bile-.
Ayrıca, yangın tehlikesine de değinerek, alarmı hep en son duyan ve kendi canını ancak kurtaracak kadar vakti kalan en üst kattaki, talihsiz, yoksul kiracıyı da tasvir eder:

Codrus'un hiçbir şeyi yoktu... fakat zavallı adam sahip olduğu hiçbir şeyin de tümünü yitirdi. (Iuvenal, 3.193¬6, 208-9)

Yüzyıllar boyunca, evleri çöken ve sürekli yangınlar çıkan bir şehir olarak Roma'nın bu oldukça eleştirel görünümü, insanların insulayla ilgili düşüncelerine hâkim oldu. Şu anda elimizde Ostia'ya dair arkeolojik bulgular olduğuna göre, Iuvenal'in anlatılarının doğruluğunu ya da hiciv adına ne kadar abartıya başvurduğunu ve hatta gerçekleri saptırıp saptırmadığını sorgulamamız gerekmektedir.
Ostia'nın insulaları ani çökme tehlikesi taşıyorlar mıydı? İnsulalar sağlamdı ve bütün olarak iyi inşa edilmişe benziyorlardı ve ‘zemin katlarda, binayı güçlendirme ihtiyacından kaynaklanan önemli takviye ve tamiratlara ilişkin pek az işaret vardı.’ (Russell Meiggs, Roman Ostia, sf. 250.) Yangınlar ne sıklıktaydı? Ostia'nın resmi takvimi Fasti'de M.S. 1 Ocak 115 tarihi için, ‘şehirde bir yangın çıktı ve pek çok mülk yandı’şeklinde yazmaktadır.
Kapalı mekânlarda gaz lambaları, mangallar ve yemek pişirilmesi değişmez tehlikelerdi. Öte yandan, Ostia'da düzenli bir itfaiye teşkilatının varlığı ve kanunlarla belirlenmiş ağır cezalar da -bir insulada ateşin dikkatsizce kullanımı falaka ya da kamçıyla cezalandırılabiliyordu (1.15.3.4)- yetkililerin yangın tehlikesini ciddiye aldık1annı göstermektedir. Bununla birlikte, tuğla kaplı harç, yangına karşı dayanıklıydı ve arkeolojik bulgular, Ostia'da büyük bir yangın çıkmadığını göstermektedir. Satyr 1 'in sonunda Iuvenal, yaşayanları eleştirmeyeceğini ama hedeflerini, mezarları Roma'ya giden yolların kenarına sıralanmış olanlar arasından seçeceğini söyler. Benzer bir şekilde, eleştirdiği konut standartları da kendi zamanına değil, Nero öncesi Roma'ya ait olabilir ve eğlenceli sataşmaları, titiz gözlemlerden çok edebi geleneğe uymaktadır. Eleştirileri kesinlikle Strabon'un, Augustus dönemindeki şehre ilişkin ifadelerini tekrarlamaktadır (5.3.7).
Yakın dönemlere ait bir yazar Ostia hakkında, Iuvenal’inkinden daha farklı bir sonuca vararak şöyle der:

Üç, dört, ya da beş katı bulan, hayli uygar, ferah, havadar ve aydınlık, yalnızca modern zamanlarda erişilebilmiş karmaşık bir mekân kullanımına sahip apartman daireleri (Gustav Hermansen, Ostia, sf. 10).
DÜŞÜNMEK VE PAYLAŞMAK DİLEĞİYLE...

Roma Konut Mimarisi( Özel Konutlar )


2 yorum:

YORUM BIRAKMAK DÜŞÜNMEK VE PAYLAŞMAK İLE İÇ İÇEDİR. LÜTFEN DÜŞÜNDÜKLERİNİZİ PAYLAŞIN. YORUMLARINIZLA DAHA ÇOK PAYLAŞILALIM.

www.nerdenduydun.com. Blogger tarafından desteklenmektedir.