BABALAR, ABDALLAR, DERVİŞLER...
Türkmen toplulukları, Anadolu'da çeşitli tarikatlara bağlı dervişleri kolayca Benimsediler...
XIII.yüzyılda Anadolu'da görülen din ulularının "baba”, "ata” "dede” gibi adlarla anıldığı, eski Türk inançlarından tasavvuf ve Batınililiğe çeşitli inanış ve düşünüş biçimlerinin bileşimi sayılabilecek bir İslamlık anlayışını , yaymaya , çalıştıkları bilinmektedir.
BABALAR, ABDALLAR, DERVİŞLER...
GEREK Selçukluların yerleştirme politikası, gerekse kendilerine yurt, yaylak ve kışlak arayan Türk topluluklarının sürekli Batıya yönelmeleri sonucu Anadolu'nun Türkleşmesi önceki yüzyıllarda gerçekleşmişti.
MalazGirt Savaşı’ndan (1071) sonra Anadolu Selçuklu Devleti'nin kuruluşunu İzleyen yıllardaTürk göçünün arttığını, II. Kılıç Arslan'- Bizans imparatoru Manuel'i Türkmen kuvvetleri sayesinde ağır bir yenilgiye uğratarak (1176), daha o zamanlardan başlayarak Anadolu'nun Türkiye (Turcia) adıyla anıldığını biliyoruz. Asıl konumuz olan XII. ûzyılın başlarında ise Türk topluluklarının dalgalar halinde Anadolu’ya sığındıkları görülür.Nitekim Anadolu tarihiyle ilgili araştırmalar, Türklerin XI. yüzyıldan başlayarak Anadolu'ya aktığını göstermektedir. Faruk Sümer "Oğuzlar" adlı kitabında bu akını şöyle özetler "Anadolu, 1071 yılındaki Malazgirt Savaşı'nı takip adan 8-10 yıl içinde baştan başa açılmıştı. Halbuki fatih tek bir kumanda altında ve muntazam bir plan dahilinde yapılmamıştı. Fethi müteakip ülkenin her tarafı Oğuz kümeleri ile doldu. Bunlar Türkistan va İran'da yaşayan eldaşları tarafından daima besleniyor ve yeni gelenler ile sayıları daima artıyordu. Fetihten sonra Anadolu ile Türkistan arasında bir göç kanalı meydana gelmişti. XIII. yüzyılın birinci yarısının ortalarına doğru Türkistan, Horasan ve Azerbaycan'dan Anadolu'ya birbiri arkasından kalabalık Türkmen kümeleri gelmeye başladı. Bunlar 1220’de başlayan Moğol kasırgasından kaçıyorlardı. Böylece Oğuzların ezici çoğunluğu Anadolu'da toplanmıştır. (...) Sonuç olarak Anadolu'nun pek büyük bir kısmı XI.yüzyıldan başlayarak XIV. yüzyıla kadar süren yoğun göçler ile her bakımdan bir Oğuz (Türkmen) ülkesi vasfını aldı ki bu hususu XIV. yüzyıldaki yabancı müellifler de farketmişlerdi." Bu Türkmen topluluklarının önemli bir özelliği Şii, Batini eğilimli olmaları, tasav- vufun etkisine açık bulunmalarıydı. Horasan ve Maveraünnehir'de yaşayan Oğuz aşiretleri siyasal ve dinsel akımlara eylem olarak katıldıkları gibi, gerek kültürel gerek se dinsel açıdan heterodoks (hak mezheplere aykırı) diye nitelenebilecek bir yapıya sahiptiler. Ayrıca anılan göçler sırasında çeşitli tarikatlara bağlı şeyhler ve dervişler de Anadolu'ya sığımışlardı. Bunlar müritleriyle bir yere yerleşiyorlar, tekkeler kuruyorlar, dervişleri aracığılıyla.inançlarını yaymaya çalışıyorlardı. TARİKATLAR - DERVİŞLER
MalazGirt Savaşı’ndan (1071) sonra Anadolu Selçuklu Devleti'nin kuruluşunu İzleyen yıllardaTürk göçünün arttığını, II. Kılıç Arslan'- Bizans imparatoru Manuel'i Türkmen kuvvetleri sayesinde ağır bir yenilgiye uğratarak (1176), daha o zamanlardan başlayarak Anadolu'nun Türkiye (Turcia) adıyla anıldığını biliyoruz. Asıl konumuz olan XII. ûzyılın başlarında ise Türk topluluklarının dalgalar halinde Anadolu’ya sığındıkları görülür.Nitekim Anadolu tarihiyle ilgili araştırmalar, Türklerin XI. yüzyıldan başlayarak Anadolu'ya aktığını göstermektedir. Faruk Sümer "Oğuzlar" adlı kitabında bu akını şöyle özetler "Anadolu, 1071 yılındaki Malazgirt Savaşı'nı takip adan 8-10 yıl içinde baştan başa açılmıştı. Halbuki fatih tek bir kumanda altında ve muntazam bir plan dahilinde yapılmamıştı. Fethi müteakip ülkenin her tarafı Oğuz kümeleri ile doldu. Bunlar Türkistan va İran'da yaşayan eldaşları tarafından daima besleniyor ve yeni gelenler ile sayıları daima artıyordu. Fetihten sonra Anadolu ile Türkistan arasında bir göç kanalı meydana gelmişti. XIII. yüzyılın birinci yarısının ortalarına doğru Türkistan, Horasan ve Azerbaycan'dan Anadolu'ya birbiri arkasından kalabalık Türkmen kümeleri gelmeye başladı. Bunlar 1220’de başlayan Moğol kasırgasından kaçıyorlardı. Böylece Oğuzların ezici çoğunluğu Anadolu'da toplanmıştır. (...) Sonuç olarak Anadolu'nun pek büyük bir kısmı XI.yüzyıldan başlayarak XIV. yüzyıla kadar süren yoğun göçler ile her bakımdan bir Oğuz (Türkmen) ülkesi vasfını aldı ki bu hususu XIV. yüzyıldaki yabancı müellifler de farketmişlerdi." Bu Türkmen topluluklarının önemli bir özelliği Şii, Batini eğilimli olmaları, tasav- vufun etkisine açık bulunmalarıydı. Horasan ve Maveraünnehir'de yaşayan Oğuz aşiretleri siyasal ve dinsel akımlara eylem olarak katıldıkları gibi, gerek kültürel gerek se dinsel açıdan heterodoks (hak mezheplere aykırı) diye nitelenebilecek bir yapıya sahiptiler. Ayrıca anılan göçler sırasında çeşitli tarikatlara bağlı şeyhler ve dervişler de Anadolu'ya sığımışlardı. Bunlar müritleriyle bir yere yerleşiyorlar, tekkeler kuruyorlar, dervişleri aracığılıyla.inançlarını yaymaya çalışıyorlardı. TARİKATLAR - DERVİŞLER
XIII. yüzyılda Anadolu'da görülen bu din uularının baba, ata, dede gibi adlarla anıldığı, eski Türk inançlarından tasavvuf ve Batıniliğe çeşitli inanış ve düşûnüs biçimlerinin, bileşimi sayılabilecek bir İslamlık Anlayışını yaymaya çalıştıkları bilinmektedir. Horasan Erenleri de denilen bu dervişler, genelde Kalenderi, Hayderi ya da Yesevi idiler. Tanrı ya aşk ve cezbeyle ulaşılacağını savunan Kalenderilikle onun bir kolu sayılan ve özellikle Türkmen çevrelerinde hızla yayılan Hayderilik, Fuat Köprülü’nün deyimiyle “müfrit Alevi” inançlara bağlı tarikatlardı. Ahmet Yesevi'nin kurduğu Yese- vilik de, yine Köprülü'nün deyişiyle, "Şarki Türkistan ve Seyhun çevresindeki Şii cereyanlannın tesiri altında kalıp, oklukça geniş ve serbest bir tasavvuf felsefesine sahip" bir tarikattı. Anadolu'nun dini tarihinde önemli bir yeri olan Yeseviliğin özelliği, kurucusunun bir Türk şeyhi olmasının yanı sıra bütünüyle Türk çevresinde gelişmesi ve Türk kültürüyle eski Türk dinsel inanç ve törenlerinin etkisini taşımasıdır. Moğol yayılması sırasında önce Horasan'la İran Azerbaycan'ına sığınan Yeseviler, ardından XIII. yüzyıl başlarında Anadolu'ya yöneldiler. En önemlisi, Yesevilikle birlikte Ahmet Yesevi çevresinde sözlü gelenekte yaşayan kültlerin de taşınmış olmasıydı. Ahmet Yesevi’nin adına bağlanan, çoğu hece ölçüsüyle yazılmış Türkçe dini-tasavvufi şiirler ise Yesevillğin Anadolu'ya göçen Türkmenler arasında yayılmasını kolaylaştırıyordu. Elbette XIII. yüzyılda Anadolu’da görülen tarikatlar yalnız bunlar değildir. Güneyden ve doğudan Anadolu'ya akan dervişler arasında Vefai, Edhemi, Cami gibi adlarını kurucularından alan çeşitli tarikatlara bağlı derviş zümreleri de bulunmaktaydı. Bu tarikatların hepsinin ortak özelliği Şii, Batıni eğilimli olmalarıydı.
Âşıkpaşazade, daha sonra Hacı Bektaş'tan söz ederken de göreceğimiz gibi Anadolu'ya gelen topluluklardan şöyle söz eder. “Ve dahi bu Rûm’da dört tayfa vardır kim anılır misafirler ve seyyahlar arasında: Biri gaziyan-ı Rum ve biri Ahiyanı Rum ve biri abdalan-ı Rum ve biri bacıyan-ı Rum." Bu topluluklardan Anadolu Gazilerinin (Gaziyan-ı Rum), fütûvvet ehlinin seyfi (kılıçlı) kolundan oluştuğunu, Alplar ya da Alp-erenler adlarıyla da anıldıklarım, Anadolu Ahilerinin (Ahiyan-ı Rum) ise özellikle kentlerde iktisadi örgütlenmeyi gerçekleştiren Ahilerin öncüleri olduklarını biliyoruz. Anadolu bacılarının (bacıyan-ı Rum) da, elimizde yeterli bilgi olmamakla birlikte, Horasan'dan geldikleri, Anadolu'nun ele geçirilmesinde gaziler, ahiler ve abdallarla birlikte etkin oldukları anlaşılmaktadır. Rum abdallarına gelince... XVI. yüzyıl şairlerinden Vahidi, Hace-i Cihan ve Netice-i Can adlı yapıtında Rum abdallarını şöyle betimler "Başları kabak ve yalın ayak, tenleri çıplak, birer tennureleri var ancak, üzerlerine birer yünden örülmüş kuşak, birer omuzlarında Ebu Müslimi sancak ve birer omuzlarında birer şücil çomak..." Yine Vahidi'ye göre kiminin göğsünde döğmeyle Zülfikar, kiminin göğsünde Haydar-ı Kerrar’ın, yani Ali'nin resmi bulunan abdallar, bir soru üzerine diyar-ı Rum'- dan, yani Anadolu'dan geldiklerini, Seyyidi Gazi ocağından Rum abdalları ve Otman Baba köçekleri, Muhammed ve Ali dostu, Hasan ve Hüseyin kurbanları olduklarını söylerler. Yalnız abdallar konusunda Sünni yazarların, özellikle XVI. yüzyıl yazarlarının verdikleri bilgiler aşağılayıcı niteliktedir. Oysa XIII. yüzyıl Anadolu'sunda garip görünüşleri, yadırgatıcı ahlak anlayışlarıyla yalnız Sünnilerin değil, bağnaz mutasavvıfların da tepkisini çeken gezgin dervişlerin varlığı, bütün derviş topluluklarını kötülemeyi gerektirmez. Nitekim, Osmanlı dönemi resmi kayıtlarına dayanarak Anadolu'nun Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında kolonizatör Türk dervişlerinin ve kurdukları zaviyelerin rolünü araştıran Prof. Ömer Lütfi Barkan bu konuda şunları söyler: “Onlar yeni bir dünya ya yani diğer bir Amerika'ya gelip yerleşen halk yığınları için, içtimai ve siyasi büyük bir rol oynamış büyük kahramanlar, bu hengameli devirde halkın içinden yetişmiş mümessil şahsiyetlerdir ve bu itibarla onlan son zamanın dilenci dervişlerinden dikkatle ayırmak lazım gelir." Ayrıca Ömer Lütfi Barkan, abdallar denilen derviş topluluğunun Alevi Türk oymaklarından çıkmış olabileceklerini söyle- mektedir. Gerçekten de Anadolu’daki Türk kökenli dervişlerin Rum abdalları adıyla anılmaları bu varsayımı doğrulayıcı niteliktedir. Çünkü abdal ya da abdallar sözcüğü, tek başına belli bir derviş topluluğunun adı olarak kullanılmakta ve bu ad ulusal kimliği değil, dinsel kimliği vurgulamaktadır. Oysa Rum abdalları denildiğinde coğrafi niteleme ulusal kimliği de belirtmektedir. Anlaşıldığı kadarıyla çeşitli Türkmen topluluklarından olan ve değişik tarikatlara bağlı XIII. yüzyıl abdalları, en etkili derviş topluluklarını oluşturmuşlar, ulusal kimlikleri ve onları dilenci dervişlerden ayıran özellikleri dolayısıyla XIV. yüzyılda Rum abdalları adıyla anılmışlardır. Sonuç olarak, daha Anadolu’ya gelmeden Şİİ, Batıni etkilerle oldukça esnek bir İslamlık anlayışına sahip Türkmen toplu- lukları, Anadolu’da çeşitli tarikatlara bağlı dervişleri kolayca benimsediler. Bu garip kılıklı dervişler ona kendi diliyle sesleniyor, kendi kültürünün yeni bir bileşimini sunuyorlardı. Üstelik aynı Türkmen toplulukları haksızlığa uğradıklarında bu dervişlerin öncülüğünde başkaldırmaktan çekinmediler. Anadolu'nun dini tarihinde belirleyici rol oynayan bu başkaldırılardan ilki Babalılar ayaklanmasıdır.
BABALILAR AYAKLANMASI
BABALILAR AYAKLANMASI
Şeyh Ebülvefa müritlerinden Baba İlyas'ın adına bağlanan Babalılar ayaklanması, tarihlerde şöyle anlatılır Amasya'da yaşayan Türkmenlerce veli olduğuna inanılan Baba İlyas, Sultan Alaaddin Keykubad'ın da saygı gösterdiği bir şeyhtir. Ama onun ölümünden sonra yerine geçen oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde haksızlık ve zulüm alır yûrûr. Bunun üzerine Baba llyas, Selçuklu sultanının İşarete dalıp doğruluktan saptığını söyleyerek müritlerini Adıyaman ve Maraş taraflarına gönderir. Baba İlyas’ın halifelerinden Baba İshak'ın önderliğinde ilk ayaklanma da bu bölgede başlar. Malatya subaşısı, ayaklanmayı bastırmak isterse de başaramaz. Elbistan’daki Selçuklu kuvvetlerini de bozguna uğratan Türkmenler Sivas’a yürür, şehri ele geçirirler. Daha sonra da Baba İlyas'a kavuşmak amacıyla Amasya ve Tokat yöresine yönelirler. Paniğe kapılan Sultan, Armağanşah’ı isyanı bastırmaklakla görevlendirir. Türkmenler gelmeden Amasya'yı ele geçiren Selçuklu kuvvetleri Baba İlyas'ı yakalayıp öldürürler. Ama Amasya'ya gelen Türkmenler Baba İlyas’ın öldüğüne inanmazlar. “Baba Resul" nidalarıyla saldırarak Armağanşah'ı öldürüp Selçuklu ordusunu dağıtır ve Kırşehir üzerinden Konya’ya yürürler. Sultan, Erzurum ucunu Moğollar'a karşı koruyan ordunun derhal celbini emreder. Türkmenler Kırşehir yöresindeki Malya ovasına vardıklarında Selçuklu ordusu yetişir. Kadınları, çocuklarıyla savaşan Babalılar yenilgiye uğratılarak İmha edilirler. Tarih 1240’tır. Bugünkü bilgilerimize göre Babalılar ayaklanması, dinsel sloganlarla yürütülen, ama temelde toplumsal eşitsizlikten kaynaklanan bir başkaldırıdır. Nitekim Faruk Sümer, Oğuzlar adlı kitabında, "Bu ayak- lanmanın gerçek sebebi, Türkmenler'in İktisaden sıkıntı içinde bulunmaları ve onlara yalnız istismar edilen unsur gözü ile bakılmasıdır" yargısına varır. Baba İlyas'la Baba İshak'ın yaymaya çalıştıkları inançlar ve düşünceler nelerdi? Bunu ayrıntılarıyla bilmiyoruz.Yalnız kesin olan, Baba İlyas'ın, dolayısıyla halifesi baba İshak'ın Batıni eğilimli olduklarıdır. Anadolu Aleviliğinin araştırmacılarca Babailiği de bağlanmasının nedeni de budur. Hemen bütün araştırmalarda karşımıza çıkan bu olguyu kez dikkati çeken yine Fuat Köprülü'dür. Bektaşiliğin menşeileri adlı incelemesinde Köprülû'nûn vardığı sonuçları günümüz Türkçesiyle aktaralım: "öyle görünüyor ki, Babal ayaklanmasının başarısızlığından sonra bir süre saklanmaya ve başka tarikat kisveleri altında gerçek simalarını gizlemeye çalışan Babai dervişleri, Moğol İstilasını İzleyen (yıllarda) artık saklanmaya gerek görmeyerek orta ya çıkmışlar va mesleklerini serbestçe yaymaya başlamışlardır Hacı Bektaş i Veli'yi bunların en mühimmi ve Baba İshak'ın doğrudan doğruya izleyicisi sayabiliriz." Fuat Köprülü'nün bu varsayımı, sonraki araştırmalarla kanıtlanmıştır. Üstelik ayaklanan Türkmenlerin izledikleri yolun Alevi inançların yaygın olduğu bölgelerden geçmesi. Babalılar’ın yenilgiye uğratıldığ Malya ovasının, Hacı Bektaş'ın yerleştiği Kara Öyüg'e yakınlığı bu ilişkiyi doğrular gibidir. öyleyse soralım: Kimdir Hacı Bektaş-ı Veli?
13.08.1990, Milliyet, Sayfa 13, Dizi Yazılar
Anadolu Alevileri ve Hacı Bektaş-i Veli Atilla Özkırımlı
Yorum Bırakmak İster misiniz?