ÇİNGENE
2
Nüfus dairesi çok kalabalıktı. Sıra kâğıdı
alıp oturuyorum bankoya yakın bir yere. Çevremde gene bir sürü insan. Nüfus
dairesinin eskimiş bir yüzü var. Dokunduğun her yer yerde sanki bana yapışan
eşyalar var. Bu eski kamu bekleme salonlarını hiç sevemedim. Buralara sinmiş
bir suratsızlık yaşar. Duvarlar soğuk, eşyalar sevimsiz. En önemlisi insanların
asık yüzleri, Yüzlerine yapışmış bir maske gibi. Şimdiye kadar yüzü gülen bir
memur görmedim. Bir fabrikanın makineleri gibi robotlaşmış bir yaşam vardır
benim gözümde buralarda. Bankoda bir
kadın var. Kilosundan oturduğu bile belli olmayan tatlı beyaz tenli bir kadın. Süzüle
süzüle oturup memuru bekliyor. Çok önemli bir iş yapar gibi mağrur tatlı beyaz
yüzünde gizlemeye çalıştığı, ince bir tebessüm var. Güzel tombul ellerini
göğsünde birleştirmiş rengârenk
elbiseler içinde bir prenses gibi. Etrafında dolaşan sürekli konuşan adam,
besbelli kocasıydı. Sürekli yer değiştirip karısına latifeler yapan kocaman keçisakallı
bir adamdı. Beyaz sivri uçlu, topuklu
ayakkabısı ve aksanıyla bir Çingene olduğu belli olan komik adam, İnsanı şaşırtan bir hareketlilik ve rahatlıkla
karısına cilveler yapıyordu. Bütün salon bu adama aşağılayan gözlerle, beton
gibi suratlarla bakıyordu. Buraya gelen insanlarda buranın sevimsizliğini kabullenmiş
ve adabın böyle olduğunu kanıksamıştı. Bende adamın yerinde olmak istemezdim ama
yüzüme biraz tebessüm attığı için sevdim bu adamı. Arada parmaklarını
şıklatarak “sen açtın başıma her belayı. Kaybettin kimliği yedim seksen lira
cezayı” diye hafif kırıtarak “pembe gülüm senin için çekerim her cezayı”
diyerekten bir türkü söylüyordu. Ortalıkta dolanırken göz göze geldik. Bende
ona bir anda yandan gülerek göz kırptım. Bu ona inanılmaz bir çocuksu hava
kattı, şovunu beğenen biri çıkmıştı. Memur adama ters ters bakarak kadına evrak
uzattı. “Hanımefendi şunu imzalar mısınız”
kadının yüzüne çocuksu bir gülümseme yayıldı. Hayatı boyunca beklediği
bir şeyi elde etmişçesine içten bir gülüştü bu. Kalemi eline alınca yüz halini
görseniz dünyanın tapusunu aldığını sanırsınız. Kalem tutmayı bilmeyen acemi
eline kalemi iki eliyle yerleştirdi. Kocası her zamankinden fazla gürültü çıkararak:
“oyyyyyy gülüm imza atacak Atatürk ün imzasından güzel” bu anda ilgili ilgisiz
herkes belli etmeden kadının attığı imzaya dikkat kesildi. Kadın basit belirsiz
bir hareketle kâğıdı imzaladı. Belki de hayatındaki ilk imzasıydı. Sonra ciddileştirmeye
çalıştı ama beceremedi. Yüzündeki tatlı ifade bile bu kadını sevmeye yeterdi.
Beton suratlı insancıkların gözleri adam, kadın ve memurun üzerinde mekik
dokurcasına dolanıyordu.
Sonra bu tatlı çift
el ele çıktı salondan ortalık yine sevimsiz bir sessizliğe büründü. Herkes sustu.
Olay yaşanmamışçasına, sanki kimse yokmuşçasına, davranmaya devam ettik. Bu
Çingene çift, solgun hayatın renkli kısa bir molasıydı bana göre. Tüm renkleri
yitirdiğimiz hayatta tatlı kısacık bir mola.
Belki de bu yüzden sevmiyorduk Çingeneleri. Saçma kurallarımıza uymadıkları için.
Abartılı hijyen olmadıkları için. Eğlenmek için belirli gün ve haftaları
olmadığı için. Dışlanmak belkide en büyük avantajlarıydı. Kurallar dünyasında
biz taş gibi sertken onlar tatlı bir yumuşaklık içindeydi.
Yorum Bırakmak İster misiniz?