KEPÇE
15 Mayıs iş çıkışı-
Yaz gelmeye yakın işten eve dönüşler bir hayli keyifli olur. Havanın
kararmasına daha zaman vardır, hava sıcak değildir ve baharın en dolu, en
renkli ve en mutlu ayıdır. Çünkü yaz benim belleğimde yıl sonu tatiline
yaklaşan talebe günlerimi anımsatıyor. Belki bu yüzdendir iş çıkışı seke seke
eve doğru koşturmam. Hoş şimdi boyumca çocuklarım var ama insan havalar
güzelken mutluyken güzel anlarını, çocukluk günlerini anımsıyor. Fabrikaların
iş yerlerinin tozlu gürültülü kirli yolunu aştıktan sonra minibüse bindim. Çok
kalabalık olmayan minibüste herkesin yüzünde sahte bir ciddiyet, somurtkan bir
acelecilik vardı. Akşam vakti sanki herkes evrak yetiştiriyormuşçasına
heyecanlı, dikkatli bakıyordu yola. Şoför bu acelecilik içinde vaziyetini bilen
bir ciddiyet ve bencillik içinde arabayı olabildiğince hızlı sürüyordu. Dört
beş badire atlattıktan sonra nihayet mahallenin girişine varabildik. Müsait bir
yerde indikten sonra içinde kahvehane, balıkçı, kasap, market, manav, eczane ve
küçük dükkânların bulunduğu küçük bir çarşıdan geçiyordum. Esnafla olan hafif
göz selamlamaları, merhabalar, ooo beyimler faslı bittikten sonra karşıdan
gelen biri bir anda bana bakıverdi. Adam ince burunlu elmacık kemikleri çıkık
bir yetmiş boylarında esmer yüzlü kepçe kulaklı biriydi. Birbirimize
yaklaşırken uzunca bakıştık. Dikkatini bana verip boynunu bana selam
mahiyetinde uzattı. Refleksle aynısını yapıverdim. Tam yanımdan geçerken
yalandan bir selam verdik birbirimize.
Daha önceden bu adamı hiçbir yerde görmediğime emindim. Çocukluğum bu
mahallede geçmedi bu şehirde büyümedim. Olası her şeyi düşündüm çıkmadı. Çok
önemsemedim sonra neşeyle evin yolunu tuttum.
20 Mayıs iş çıkışı
Havalar iyice ısınmaya başladı. Alışıldık minibüs maceralarımız
ara ara tekrar etse de genellikle içimizi sıkacak bir durum olmuyordu. Yine her
zamanki gibi durakta indim. Neşeli adımlarla çarşıdan geçtim. Kendi içinde
neşeli fakat dışarıya karşı mesafeli tavrımdan esnaflarla fazla sıkı fıkı
olamıyordum. Beş senede zar zor üç beş kelam edecek kadar samimiyet
kurabilmiştik. Bu benim ciddiyetimden ziyade kendine güvensizliğimden ve içine
kapalı yapımdan geliyordu. Çevreye karışmaktansa uzaktan izlemek bir yabancı
olmak daha kolay gelmişti. Mahallede üç beş ahbabımız vardı onlar ne anlatırsa
mahalleli hakkımda onu bilirdi. Tam köşeyi döndüm elimi bodur çamlara sürerken
geçen gördüğüm adam bana doğru geliyordu. Fakat bu sefer o tuhaf bakışla değil
kararlı ve gülerek geliyordu. Hayırlı akşamlar deyip gülerek yanımdan geçti.
Cevap veremedim sadece tuhaf bir şekilde başımı salladım adama. Tüh, ayıp oldu
adama! Niye olsun tanımıyorum ki. Ya tanıyorsam ya birine benzettiyse,
Benzettiği adam adına ayıp oldu herhâlde. Neyse deyip elimde poşetler eve
doğru yöneldim.
23 Mayıs iş çıkışı
Haftanın ilk günü beterdir, iş çıkışı dahi neşemi bulamam. Daha dört
sabah, koca dört iş günü vardı. Tembel bir adamın şımarıklığıydı bu elbette.
Yıllarca iş arayıp sağda solda haftanın 7 gününde 14 saat çalışırken bile bu
kadar sızlanmıyordum herhalde. Yine de hiçbir teselli bu ilk gün ağrısını
dindirmiyordu. İsteksiz adımlarla çarşıya girmeden arka sokaktan eve yöneldim.
Yine o tuhaf adam karşımdan geliyordu. Bu sefer tam karşımdan geliyordu. Sola
kaçtım,
O da kaçtı. Sağa kaçtım, o da kaçtı.
Üstüme doğru gülerek geliyordu. Eski bir dostu görmüşçesine mutluydu. Karşı
karşıya gelince durduk. Elini uzattı tokalaştık. Dostça ve güvenle sıktı elimi
-İyi akşamlar ağabey
- İyi akşamlar,
-Nasılsın?
- Hamdolsun, iyiyim teşekkürler. Ya siz
-Biz de yuvarlanıp gidiyoruz.
- Hım iyi. O zaman iyi akşamlar size
-İyi akşamlar ağabeyciğim selametle.
Utandım adama soramadım. Nereden tanıyorum sizi, diye. Alelacele kaçmıştım
yanından. Ayıp etmedik umarım. Şaşkın, evin yolunu tuttum. Bütün akşam evin
içinde adamı nereden tanıdığımı düşündüm. Eşim bende bir tuhaflık olduğunu
sezdi. O da bir şey soramadı. Sadece tatlı bir şefkatle ara sıra yüzüme
baktı.
25 Mayıs iş çıkışı
Evet, yine sıradan bir iş gününü geride bıraktım. Memuriyet hallerini
bilirsiniz. Yeriniz kebap ise sizden iyisi yoktur. Gazetenizi, kitabınızı
okursunuz. Maçtan, siyasetten, arabalardan konuşursunuz. Minibüse bindim. İçerisi
hayli kalabalıktı. Yer bulamadığımdan ayakta gittim bu sefer. Dolmuştan attım
kendimi. Sanki 8 saat yolculuk yapmış gibi iner inmez bir keyif sigarası
yaktım. İstekli adımlarla çarşıdan geçtim. Gözüm etrafı tarıyordu, bizim
esrarengiz kepçe kulaklı adam buralarda mıydı? O anda biri koluma girdi.
Sırıtarak suratıma şapşal şapşal bakıyordu.
-Abi ne haber?
-İyidir sizi sormalı
- Bildiğin gibi işte yuvarlanıp gidiyoruz.
Aslında bildiğim bir şey yoktu. Bir türlü çıkaramıyordum. Eve
kadar bana eşlik etti. Bir erkeğin koluma girmesinden hiç haz etmem ama bu
kepçe kulak yapıştı bırakmıyor. Öteydi beriydi zor kurtuldum elinden. Bir sürü
şeyler anlatıyordu ama dediklerinden hiçbir şey anlamıyordum. Eve geldim tuhaf
suskunluğum devam etti.
26-Mayıs
Bugün minibüsten inince hemen çarşıya girmedim. Yolu bir miktar uzatıp
kepçe kulağın beni göremeyeceği bir yerden gittim. Kimseye yakalanmadan eve
vardım. Rahat huzurlu bir akşam geçirdim.
30-Mayıs
Günlerdir kepçeye yakalanmıyordum. Bugün haftanın ilk günü hiç
çekemem ama çarşıya da uğramak gerekiyor. Ya sabır deyip, girdim çarşıya.
Dükkândan dükkâna gizli servis ajanı gibi çaktırmadan girdim. Tam kasaptan
çıktım ki- karşımda yılışık gülümsemesiyle bizim kepçe.
-Vay vay vay abime bak, nerelerdesin kaç gündür: gözümüz yollarda kaldı.
Cevap vermedim. Geldi yarım bir hareketle boynuma sarıldı, itişip
duruyoruz. Ben ittikçe o yılışıyor, ahtapot gibi yapışkan kolları, her yanıma
dolanıyordu.
-Yeter kardeşim, dursana yahu!
-bak abime sen, emrin olur. Ama bir kahve içmeden bırakmam.
-Etme yapma, diyene kadar kendimi adamın evinde buldum. Bizim üst sokakta,
bir apartmanın giriş katında oturuyorlardı. Direk balkon kapısından girdik
içeri. Elimde poşetler etrafa bakınıyordum. “Bedriye kalk, tembel karı bize iki
kahve yap.” dedi.
-Aman efendim, ne gereği var bırakın eve gideyim beklerler beni.
Ne desem kar etmiyor. Mecbur kahveyi içip giderim dedim. Üç beş dakika
neyse geldi kahveler. Başörtülü zayıf dişlek bir karısı vardı aynı kendisine
benzeyen. Konuşmadı kahveleri verdi gitti. Zor zar kahveyi içtim
-Bana müsaade.
-Otursaydın ağabeyciğim.
-Yok, yeteri kadar rahatsızlık verdim.
-Ne demek abim yemeğe kal.
Israrlar diretmeler zor zar elinden kurtuldum. Arkamdan hala
bağırıyor.
-Ağabey, yengeyi de al; akşam oturmaya bekleriz.
O anda karar verdim bu adamı hiçbir yerden tanımıyorum. Bir daha gelirse
azarlayıp göndereceğim. Çok da beceremem ama. Bakalım.
7 Haziran
Tam sekiz gün yakalanmamıştım. Çarşıdan da geçtiğim oluyordu. Bugün de
minibüsten indim. Çarşı kalabalıktı, olanca ciddiyetimle dükkânların arasından
geçiyordum. Eğer gelirse bu sefer tersleyecektim. Tam o anda ensemde bir tokat
hissettim. Yaz sıcağında temiz enseden çıkan şaplağı herkes duydu neredeyse.
-Vay hayırsız abim, nerelerdesin ya?
-Ulan yine mi sen.
- Ben tabii kaç gündür yoksun özlettin ağabey.
O anda ne yapacağımı bilemedim yapıştırdım tokadı. Kalktı yerden
üstüme atladı. Ben vuruyorum o vuruyor. Etrafta tezgâh mezgah ne varsa
devirdik. Esnaf bizi ayırıyor. Gene saldırıyoruz birbirimize. Derken son soluğu
karakolda aldık. İfadeleri verdik. Çıkarken komiser bizi barıştırmaya uğraştı
ama yok dedim, aman uzak dursun. Bizimkisi ne dese beğenirsiniz. Ağabey kardeş
arasında olur böyle şeyler.
-Lan zırtapoz ne abisi kardeşi, bir daha karşıma çıkma.
O gece eve gittim üst baş berbat. Hanım merakta. Bir duş alıp olanı biteni
anlattım eğlenceli geldi nedense oturduk hep birlikte güldük.
15-Haziran
Bir durak erken iniyorum minibüsten. Çarşıdaki rezillikten sonra
çarşıya da uğrayamaz olduk. Tam sokağın yoluna döndüm ki kepçe karşımdan bana
doğru geliyor. Bana bakmadan gururla kafasını diğer yöne çevirdi. Küsmüş
besbelli. Durdurup yanaklarını sıkasım geldi fakat, tekrardan samimiyet olur
diye ödüm kopmuyor değil.
Yorum Bırakmak İster misiniz?