CENGAVER
İç Anadolulun bu ıssız
sapsarı tepelikleri içinde çalıştığım fabrikaya gidiyordum. Fabrikada
muhasebeci olarak işe başlamıştım. iki araba değiştirdikten sonra bile iki
kilometre yol yürümem gerekiyordu. Yol kurumuş tarlaların boşluğunda kil
rengi bir çizgi gibi uzanıyordu her yer sapsarı kurumuş ot, toza batmış taşlar
ve toprak yoldu. Kilometreler öncesinden gelen bir arabanın bile tozu
görülebiliyordu. Etrafta ne bir ağaç nede bir bina vardı. Sadece elektrik
direkleri vardı. Sabahları isteksiz adımlarla bu sevimsiz yolu aşıyordum. İşe
başladığımın üçüncü sabahı bu sevimsiz yolun en büyük belası da çıktı karşıma:
aşağıdan bir havlama sesi duyuldu ve bir toz bulutuyla birlikte öyle hızlı
geliyordu ki. İlk başta önemsemedim. Köpek yaklaştıkça yaklaşıyor, toz bulutu
büyüyordu. Çaresizlik içinde koşmakla koşmamak arasındaydım. Serde erkeklik
var. Kaçmak olmaz. Adımları az hızlandırdım. Sonra hafif tempo koşu, Baktım
olmuyor Allah ne verdiyse kaçıyorum. Havlamalar yaklaştıkça korkunç
bir canavar sesine dönüşüyordu. Artık kaçamayacağımı anladım. En yakın
elektrik direğine kendimden beklemeyeceğim bir çeviklikle tırmandım.
Tırmandığım direkte fabrikanın elektrikçisi kâmil’de vardı.
-merhaba Soner Bey.
-merhaba Kâmil usta.
-Nasılsınız iyimisiniz
-Gördüğünüz gibi efendim
paçayı zor kurtardık.(bunu mecaz anlamda kullanmamıştım)
- Alışırsınız efendim
arada sırada bizim personele tebelleş bu itoğlu. Poğaça yermisiniz?
-Yok, efendim teşekkür
ederim
Kamil rahattı. Direkte asılı vaziyette bir elinde poğaça diğerinde elinde
gazete bir yandan kahvaltısını yapıyor bir yandan gazetesini okuyordu. Mesleği
gereği yükseklerde çalışan biriydi fakat rahatlığı hayret vericiydi. Bizim
cengaver aşağıda havlıyor, hırlıyor, geriliyor, arada diğer direklerde
gidiyordu. Boyunda çelik sivri teller olan bir tasma vardı ki, köpek mi canavar
mı belli değildi. Personel sırayla direklere tırmanmış bekliyordu.
Şirketin depo sorumlusu arif bir direk ötedeydi. Sırıtarak el sallıyordu.
-Soner Bey günaydın.
-günaydın efendim.
-Bizim it personeli
içtimaya çekti yine.
-ne yapacağız.
Güldü: bilmiyorum der
gibi bir mimik hareketi yaptı. Diğer bir direkte alım satım müdürü. Elinde cep
telefonu, müşteriyle pazarlığa girişmişti. Cengaver yine geldi bana doğru
hırlamaya başladı. Yaklaşık beş dakika sonra işyeri aşçısı Rıza usta göründü.
Bir aşçıda olmaması gereken ne varsa bu adamda mevcuttu. Kocaman bıyık, sakallı
yüz, özensiz, dağınık saçlar, Kıllı eller. Sigarası da elinden hiç düşmezdi.
Kısa boylu zayıf, suratsız bir adamdı. Sigarasını tüttüre tüttüre geliyordu.
Onu uyarmak için bağırdım “gelme köpek var” defalarca bağırdım, hiç duymamış
gibi davrandı. Ağır adımlarla korkudan yarısına kadar tırmandığım direğin önüne
geldi. Köpek bu sefer ona hırlamaya başladı. Yüzünü buruşturup “hoşt
şerefsiz” dedi. Köpek inanılmaz bir şekilde geldiği yere doğru tozu dumana
katarak kaçmaya başladı. Hiçbir şey olmamış gibi yürümeye devam etti.
Tüm personel tıpkı bir
çocuk gibi bu pasaklı ufacık adamın peşine takıldık gidiyorduk. Üstüm başım toz
içindeydi. Kimse köpekten bahsetmiyor, siyasetten, spordan, işten
bahsediyordu. Bu kadar tuhaf ve komik bir olayı herkes öylesine rahat
karşılamıştı ki. Şaşırdım bende devam ettim yoluma.
Günler bu
şekilde geçip gidiyordu. Bizim cengaver üç beş günde bir bizi içtimaya çekiyor.
Direkte koyu sohbetler devam ediyordu. Kimi zaman bir direğe dört personel
çıkıyoruz, utanmasak okey çevireceğiz. Kahkaha muhabbet gırla gidiyor.
Her beklemenin sonunda aşçı geliyor. Köpeği kovalıyor. Sonra fareli köyün
kavalcısı gibi o önde biz arkada gidiyoruz. pek şikâyet eden de yoktu halinden.
Zaten bu şekilde cengaverin varlığına alışmış gidiyorduk.
Fakat köpeğin varlığı
en çok aşçıya yarıyordu. Köpek sayesinde kendisine bir kalkan oluşturmuştu.
Yemek tuzlu demeye korkar olduk. Maazallah bir sabah geç gelse veyahut gelmese
halimiz duman. Nakliye kamyonu falan gelecekte, bizi direkten armut gibi
toplayacak. Bu arada taksiye binmeye de müsaade etmez köpoğlu. Korkudan kapı
açamazsınız. Bir sabah aşçı gelmedi işe, cengâverde ortalıklarda yok. “Yahu bu
adama bir şey mi oldu?” Dedik. En kıymetli personelimiz. Endişelendik tabi.
Öğlene doğru telefon açtı. Çok hasta olduğunu birkaç gün gelemeyeceğini
söyledi. Birkaç arkadaş toplandık geçmiş olsun demek için şirketin aracıyla
yola koyulduk. Evi yakındaki bir köydeydi. Aşçı hariç tüm personel şehirden
geliyordu. Evini köylülere sorarak bulduk. Bahçenin kapısını açtık ki oda ne?
Cengâver. Bizi görür görmez tüm vahşiliğiyle bize saldırmazmı? Gelirken
aldığımız kolonya meyve suyunu can havliyle havaya atıp sırtımızı duvara
dayadık. Neyse ki zinciri ayarlarken misafir payını bırakmış bizim rıza efendi.
Cengâver her zamanki gibi hırlıyor geriliyor dişlerini gösteriyordu. Korkudan
kaskatı kesildik. Rıza usta geldi.
“hoşt itoğlu.” Sonra
bitkin hasta haliyle bizi içeri buyur etti. Suçlu, gibi başını önüne eydi.
Köpekle ilgili hiçbir şey konuşmadık. İşe dönerken bu olayın aramızda kalması
için anlaştık. Şimdi aradan uzun zaman geçti artık bize sabah içtiması
aldıran yok. Rıza usta da artık işini özenle yapmaya başladı. Traş oluyor, bone
takıyor, yemekhaneyi pırıl pırıl yapıyordu. Bizde küçük sırrımızı kimseye
anlatmadık. Arada bazen üzgün şekilde cengâver’i soranlar oluyordu. “Hayvana
bir şey mi oldu acaba”. Ne yalan söyleyeyim. Tüm personel Cengâveri ve direk maceralarını
özlemiyor değiliz.
Yorum Bırakmak İster misiniz?