Header Ads


TOPLUMSAL BİR BAŞKALDIRININ İDEOLOJİSİ"ALEVİLİK VE BEKTAŞİLİK"

BEKTAŞİLİK'TE ÂŞIK, MUHİP, DERVİŞ, BABA VE HALİFE OLMAK ÜZERE BEŞ DERECE VARDIR. BEKTAŞÎLİĞİ ALEVİLİKTEN AYIRAN YAN DA BUDUR 
Bektaşi-Bektaşilik
Hacı Bektaş'ın ölümünden sonra yerine geçen halifelerin bulunması, Osmanlı topraklarının her yanına yayılmış dervişlerin onu temsil etmesi Bektaşiliğin tekkeler yoluyla örgütlenmiş bir tarikat olduğunu göstermiştir.
BEKTAŞİ adı, önceleri tıpkı Alevi gibi "Hacı Bektaş'a bağlı, ona mensup olan” anlamında kullanılmıştır. Bektaşiliğin ise Hacı Bektaş'tan sonra kurumlaşmaya başladığı, tekkeler yoluyla örgüt lenerek yaygın bir tarikat kimliğini aldığı kabullenilmektedir. Bu genel kabule göre Bektaşi inançlannı, gelenek ve göreneklerini, törenlerini belli kurallara bağlayan, töreleştiren de Balım Sultan'dır ölm. 1516). Kadıncık Ana soyundan Mürsel babaoğlu Balım Sultan bu nedenle Bektaşiliğin ikinci piri sayılır. Yalnız Balım Sultan'ın kimliği tartışmasıdır. Bir söylenceye göre Mürsel Baba, Seyid Ali Sultan'la Dimetoka’ya gitmiş. Orada doksan yaşını aşkınmış. Ama şeyhinin buyruğu üzerine bir Bulgar kızıyla evlenmiş, Balım Sultan bu kızdan doğmuş. Ayrıca Balım Sultan'ın bir Sırp (yada Rum) prensinin oğlu olduğu, özel bir eğitimden sonra saray tarafından Hacı Bektaş tekkesine görevle gönderildiği de öne sürülmektedir. Onun daha Rumeli’ndeyken II. Bayezid tarafından saraya çağrıldığı, padişahı ve erkânını Bektaşi yaptığı da söylenceler arasındadır. Mücerred (evlenmemiş) dervişler kurumunu getiren Balım Sultan'ın kendisi de evlenmediği için, geleneğe göre Hacı Bektaş soyu Kalender Çelebi’den sürmüştür. Balım Sultan'dan sonra mûcerred babalığı İskender Dede İle Emir Kasım Dede temsil etmek istemişlerse de Kalender Çelebi buna karşı çıkmıştır. Ama 1526'da Kalender Çelebi’nin ayaklanması ve başarı kazanmak üzereyken ihanete uğrayıp"öldürülmesinin ardından Hacı Bektaş tekkesi uzun süre başsız kalmıştır. Daha sonra Balım Sultan dervişlerinden mücerred baba Sersem Ali, şeyhinin manevi buyruğuyla Hacı Bektaş tekkesine gelip yerleşmiş (1551), onunla birilkte de dedebabalık kurumlaşmıştır. Bu aynı zamanda Bektaşiliğin de fiilen iki kola ayrılmasının başlangıcı olmuştur. Böylece Bektaşiliği Hacı bektaş soyundan gelen Çelebi'lerle pirin halifesi sayılan Dedebaba’lar(evli dedebabaların seçildiği de olmuştur) temsil etmişler, bu ise bir ikiliğe ve çekişmeye yol açmıştır. Kısacası, II. Mahmut Yeniçeri ocağını kaldırınca (1826) altmış yıl önce kurulmuş Bektaşi tekkeleri dışında sonradan kurulanları kapatmış, eski tekkelere Nakşi şeyhleri atanmış, ileri gelen Bektaşiler sürülmüş ya da öldürülmüşlerdir. Abdülmecid döneminde (1839-1861) yeniden ortaya çıkan Bektaşiler önce başka tarikatlara girdiler ve yeni tekkeler açarak tarikatlarını canlandırdılar. Cumhuriyet'ten sonra tekke ve zaviyeler tümüyle kapatılınca Bektaşiliğin örgütsel niteliği ortadan talktı, inanç olarak varlığını sürdürdü. 
BEKTAŞİLİK NEDİR? 
Genelde Bektaşilikte inançlar, Alevilikle büyük ölçüde benzerlik taşımaktadır. Buna göre, ana çizgileriyle özetlenirse Bektaşiler mezhep olarak Caferliğe benimsediklerini söylerler ve On İki İmam'a bağlıdırlar. Yani bir Bektaşi'nin mezhebi Caferi, mürşidi Muhammed, rehberi Ali, Piri Hacı Bektaş i Veli’dir. Ali sevgisi, yine Alevilikte olduğu gibi Bektaşîlikte de her şeyin üstündedir ve Allah-Muhammad-Ali üçlemesi, üçünün tek bir nûr olduğu inancına dayanır. Tenasüh (ruhun bir cisimden başka cisimlere geçmesi), hulûl ve ittihad (Tanrının bir insanın bedenine girmesi ve onunla birleşmesi), teberra ve tevella (Ali ve soyunun dostunu dost, düşmanım düşman sayma) da başlıca inançlar arasındadır.. Bektaşîlikte âşık, muhip, derviş, baba ve halife olmak üzere beş derece vardır. Bektaşîliği Alevilikten ayıran yanda budur. Bektaşilik bir tarikat olduğu İçin uygun görüldüğü takdirde her isteyen Bektaşîliğe girebilirdi. Bu nedenle tarikata girmek isteyene Aşık, deneyden geçilerek alınana muhip, tekkede kalıp hizmet görene derviş, ehil görülüp halife tarafından icazet verilene baba denilmiştir. Babalar muhip ve derviş yetiştirebilirler, ama babalık veremezlerdi. Halife olmak isteyen Baba halifelik makamına başvurur, isteği uygun bulunursa halifelik icazeti verilirdi. Babanın başvurabileceği dört halifelik makamı vardı. Bunlar Hacı Bektaş tekkesi, Kerbela tekkesi, Mısır'daki Kaygusuz tekkesi ve Dimetoka'da Seyyid Ali (Kızıl Deli) tekkesiydi.
BEKTAŞÎLİĞİN KURUCUSU KİM?

 Hacı Bektaş i Veli ve Bektaşilik konusu incelenirken kimi noktaların açıklığa kavuşturulması gerekir. Bunlardan en önemlisi. Hacı Bektaş'ın, adını taşıyan tarikatın kurucusu değil, ölümünden çok sonra kurulan Bektaşiliğin piri olduğu savıdır. Oysa bu düşünce tarihsel gerçeklerle pek bağdaş- mamaktadır. önce soralım: Nedir tarikat? En kısa tanımıyla, “Tanrıya ulaşmak isteğiyle tutulan yolu nitekim Arapça "tarik" (yol) sözcüğünden gelen “tarika", Farsça ve Türkçe’de tarikat biçiminde kullanılmış, IX. yüzyıldan sonra tasavvuf yoluna girenlerin oluşturduğu, erkân denilen belirli törelere bağlı topluluklar bu adla anılmıştır. Genel bir anlayışla şeriattan hakikata götüren yoldur tarikat. Hemen her tarikatta, müride bu manevi yolculukta önderlik eden kişiye “mürşid” denir. Bu açıdan bakıldığında Bektaşilik bir tarikattır. Balım Sultan, Bektaşi erkânını belli kurallara bağlayan kişidir, tarikatın kurucusu değil. Kaldı ki. XIX. yüzyılda son biçimini alan Bektaşi erkânına Balım Sultan'- dan sonra da ekler yapıldığı bilinmektedir. Bu konuda asıl önemli olan, biçimsel bir kurallar bütünü sayabileceğimiz erkânın da- yandıflı inanç ve düşünceler toplamıdır. Bu temeli atan Hacı Bektaş-ı Veli olduğuna göre Bektaşîliğin onun ölümünden çok sonra kurulan bir tarikat olduûunu söylemek doğru sayılmaz. Ayrıca Hacı Bektaş’ın ölümünden sonra yerine geçen halifelerinin bulunması. Osmanlı topraklarının her yanına yayılmış dervişlerinin onu temsil etmesi, Bektaşîliğin XIII. yüzyılın son yarısından başlayarak tekkeler yoluyla örgütlenmiş bir tarikat olduğunu göstermektedir. Bu konuda asıl aydınlatıcı bilgileri menakıp kitaplarında, vilâyetnâmelerde buluyoruz. Bir de halk arasında hâlâ yaşayan, Alevi-Bektaşı şiirlerinde, sözlü gelenekte sürüp gelen inançlarda gerçekten de hemen hepsi 1450-1550 yılları arasında yazılmış menâkıp kitaplarıyla vllâyetnâmelerde anlatılanlar, söylence nitelikli öyküler bir yana bırakılırsa, Bektaşîliğin ilk oluşum evresiyle gelişim dönemini yeterince aydınlatmaktadır. Başka kaynaklardan edindiğimiz bilgilerle de doğruladığımız bu verilere göre Bektaşilik, Hacı Bektaş'ı izleyerek XIV. yüzyılın ilk yansında oluşmuş, XV. yûzyılda bir tarikat kimli- ğini çoktan kazanmıştır.
HAZRET-İ PİRİN İZLEYİCİLERİ 
Nitekim eski Türk kültürüyle Türklerin İslamlığı kabullenmeden önceki inançlarından, töre ve törenlerinden belirgin izler taşıyan menâkıp kitaplarında karşılaştığımız Alevi-Bektaş-i uluları şunlardır Hacım Sultan, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal, Seyyid Ali Sultan, Sultan Şücaüddin, Otman Baba. Bunlardan Hacım Sultan, Seyyid Cemal'dan sonra Hacı Bektaş'ın en yüce halifesi olarak anılır. Söylenceye göre Hacı Bektaş ona bâtın kılıcını vermiş. Ama Hacım Sultan kılıcı denemek için bir katırı ikiye biçince şeyhinin bedduasına uğrayıp çolak olmuş, sonra kendini bağışlatmış ve yine onun himmetiyle iyileşmiş. Koluaçık adıyla anılmasının nedeni buymuş. Hacı Bektaş-ı Veli Vilayetnâmesi'nden önce yazıldığı bilinen Vilâyetnamesi Hacım Sultan'a göre asıl adı Recep Sultan'dır ve Anadolu'ya Hacı Bektaş-i ile birlikte gelmiş, sonra onun halifesi olarak Germiyan iline (Uşak ve Kütahya çevresi) gönderilmiştir. Hacı Bektaş'ın Makâlât'ını Türkçe’ye çeviren Sait Emre bir şiirinde Hacım Sultan dervişi olduğunu söyler. Bektaşi meydanındaki on iki posttan kilerci postu da Hacım Sultan'ın makamı sayılırmış Abdal Musa ile Kaygusuz Abdal'dan daha önce söz edildi. XIV. yüzyıl sonlarıyla XV. yüzyıl başlarında yaşadığı sanılan Seyyid Ali Sultan'ın (Kızıl Deli) ise Rumeli'ndeki ilk Osmanlı fetihlerine katıldığı bilinmektedir. Seyyid Rüstem Gazi adlı bir Alperenle Edirne ve Dime- toka dolaylarını fetheden Seyyid Ali Sultan'ın  Dimetoka'daki tekkesinin Bektaşîlikteki dört büyük tekkeden biri olduğunu yukarıda belirtmiştik. Bektaşi meydanındaki on iki posttan aşçı postu da ona aittir. XV. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı sanılan Sultan Şücaüddin ise Rum Abdalları'ndandır. Yazın dolaşan, kışın Seyitgazi'deki tekkesinde ya da çevredeki bir mağarada yaşayan Sultan Şücaüddin'in Timurtaşoğlu Ali Bey gibi devlet adamlarının yanı sıra Seyyid Nesimi, Kaygusuz Abdal gibi Alevi- Bektaşi edebiyatının büyükleriyle de ilişkisi olduğu biliniyor. Yalnız burada dikkati çeken nokta. Ale- vilerce saygıyla anılan ve büyük bir veli olarak kabul edilen, Seyitgazi'deki tekkesiyle Seyitgazi'nin batısında İki saat kadar uzaklıktaki mezar günümüzde de ziyaret edilip adaklar adanan Sultan Şûcaûddin'e Bektaşi meydanında post ayrılmamış olmasıdır. Alevi-Bektaşi geleneğinin veli olarak be- nimsediği, ama tıpkı Sultan Şücaûddln gibi Bektaşi meydanında kendisine post ayrılmayan Otman Baba'da XV. yüzyılda yaşamış Rum Abdalları'ndandır. O da Rumeli'ndeki fetihlere katılmış, Bulgaristan'daki tekkesi önemli Bektaşi tekkelerinden biri sayılmıştır. Otman Baba, yine bir Bektaşi velisi sayılan Akyazılı Sultan'ın şeyhidir. Hemen görülebileceği gibi Bektaşilik, XV. yüzyılın sonuna gelindiğinde, Hacı Bektaş-ı Veli'nin etkisiyle Hacım Sultan'dan Otman Baba'ya bir çok şeyh çevresinde Osmanlı egemenliğindeki topraklarda örgütlenmiş Alevileri, Şii Bâtıni eğilimli topluluk- ları temsil eden yaygın bir tarikat görünümündedir. Ama XVI. yüzyılda Balım Sultan'ın kurumlaştırmaın kurumlaştırma girişimi Bektaşîliği tekkelere hapsettiği gibi biçimselleştirerek özün- den uzaklaştıracak, bu yüzden de onu halk yığınlarından koparacaktır. Bu kopuş. Alevi Türkmenlerin ayaklanmalarının birbirini izlediği XVI. yüzyılda iyice belirginleşmiş, Osmanlı-Safevi çekişme- si sırasında binlerce Alevi öldürülürken, uysallaşmış, tekkelerine kapanıp halkla ilişkisini kesmiş Bektaşi babalarına dokunulmamıştır. Ayrıca Osmanlı yönetiminin, siyasal gücü elinde tutabilmek için yarattığı Alevi-Sünni ayrımı ve bu yolda gösterdiği çaba sonucu halk arasına düşmanlık tohumlarının ekilmesi de bu yüzyılda yoğunluk kazanmıştır. Böylece kırsal kesimdeki Aleviler, kapalı birimler halinde yaşamayı seçmişler, kasaba ve kentlerde yaşayan Alevilerse inançlarını gizlemek zorunda kalmışlardır. Kuşkusuz, Alevi-Bektaşi geleneğinin temelini oluşturan hoşgörüyü, demokratik tavrı koruyarak... Bunun sonucu olarak Aleviler ve Bektaşiler, gerek Cumhuriyet’i, gerekse Cumhuriyet sonrası gerçekleştirilen değişiklikleri, başta halifeliğin kaldırılması ve laiklik ol- mak üzere içtenlikle benimsemişlerdir. Cumhuriyetin İlanını izleyen yıllarda Cumhuriyet’e ve Atatürk devrimlerine karşı çıkıp eyleme geçenlerse başkaları olmuştur. Günümüz Türkiye'sinde de Alevilik, yalnız inanç düzeyinde değil, hayatın her alanında, politikada, kültürde yaşarlığını sürdürüyor. Bu. özü gereği yeniliğe açık olmasından insanı en yüce değer saymasından kaynaklanıyor. Öyleyse onu bu yönüyle değerlendirmek gerek, önyargısız, duygusallığa kapılmadan; bir zamanlar birilerinin Aleviliğin karşısına Sünniliği dikmesi gibi bugün Sünniliğin karşısına Aleviliği dikmeden... 
-BİTTİ- 
Bu yazı dizisi. Atilla Özkırımlı'nın “Toplumusal bir başkaldırının İdeolojisi ALEVİLİK BEKTAŞİLİK" adlı kitabından özetlenmiştir.
16.08.1990, Milliyet, Sayfa 13, Dizi Yazılar anaadolu Aleviliği ve Hacı Bektaş-i Veli Atilla Özkırımlı

Hiç yorum yok

YORUM BIRAKMAK DÜŞÜNMEK VE PAYLAŞMAK İLE İÇ İÇEDİR. LÜTFEN DÜŞÜNDÜKLERİNİZİ PAYLAŞIN. YORUMLARINIZLA DAHA ÇOK PAYLAŞILALIM.

www.nerdenduydun.com. Blogger tarafından desteklenmektedir.