ŞERİFE
Amaçsızca dolaştığım günlerden biriydi. Organize sanayi ile
iç içe geçmiş bu küçük ilçenin, büyümeye özenen çarpık binaları arasında
gezinmekteydim. Bir yanda lüks aynalı binalar bir yanda virane yıkılacak gibi
dükkânlar. Kişiliksiz sevimsiz bir yerdi burası. Ne herhangi
Bir tarihi yapı nede yöreye özgü bir ev vardı. Sadece karın
doyurmak için yenilen lezzetsiz bir yemek gibiydi benim için burası. İlçenin
insanları da basit, kendini beğenmiş, ve cahildiler.
Sahile doğru yürümeye başladım. Baharın gelişiyle
papatyalar açmış telli dallarıyla göğe doğru yükseliyordu. çiçekler her an patlayacak
gibi şişmiş turcuklarıyla baharı kutluyordu böğürtlen çalılarıyla sarmaş dolaş
olmuş yabani otlar ve çalılar küçük argın etrafını sarmıştı. Yağmurla yıkanmış
yollar pırıl pırıldı. Evler eski sevimsizdi fakat bahçeler toprağın
Verimliliğine kayıtsız kalamıyor her yandan yeşil otlar
fışkırıyordu. Bahçelerin etrafında düzgün bezenmiş taş duvarlar üzerlerinde
teller veyahut iliştirilmiş ziraat dikenlerinin dalları bulunuyordu. Kertenkeleler
ve kocabaşlar yuvalarından çıkmış güneşin sıcak ışınlarını derilerine
çekiyordu. Kocabaşlar boz pütürlü çirkin buruşuk derisi ve geveze adamları
andıran ağzıyla ne çirkindiler. Kafalarını “yok olmaz “ dercesine indirip
kaldırıyorlardı. Bu yabani hayvanlar her zaman sevmişimdir. Çünkü onlar
sayesinde yaşadığım yerin hala bir beton yığını olmadığını anlıyorum. Ve bu mahlûkatla
aynı odayı paylaşır gibi paylaşıyorum soluduğum havayı. Sahile yaklaştıkça tarlalar
boyu ekinleri görüyorum. Burada ekin hasat’ı yılda iki kere yapılır. O sebepten
daha baharın bu zamanında böyle yeşil bir halı gibi dağların ayaklarına serilir
bu ova. Denizin ardında küçük bir yamaç
var yamacın ardında ekilmemiş sahipsiz gibi duran geniş bir düzlük. Altı tane
ineğin ardında on, on iki yaşları arasında bir kız çocuğu. Kıvırcık güneş
sarısı saçlarını özensizce toplamış. Yüzü çilli ve kiri andıran bir esmerlik
içinde, ayakları yalın bir yandan inekleri güdüyor bir yandan yaşıtı erkek
çocuklarıyla top oynuyor. Erkek çocuklarından daha kuvvetli ve daha güzel top
oynuyor uzunca seyrettim oyunlarını. Benim izlediğimi görenler daha bir
şımardı, daha çok çalım atarak oynamaya çalıştı. Ben futboldan hiç keyif almam aslında. Bizim
haylaz köylü kızını ve onun erkeksi hallerini izliyordum. Arada topu bırakıp
uzaklaşan hayvanı otlu yere geri getirdikten sonra oyuna geri dönüyordu. Biraz
daha oyalandıktan sonra sahile doğru yürüdüm deniz güzeldi dalgasız ışıl ışıl
parlıyordu. Küçük balıklar ara sıra suyun yüzünde dalga düşmüşçesine küçük
halkalar oluşturuyordu. Bazen orta boy balıklar sudan yarım metre yükselerek
suya geri dalıyordu bu balık tutanların daha bir coşkuyla olta atmasına sebep
oluyordu.
olta atanlar
içerisinde Necati ye rastladım. Güldü koşarak yanıma geldi. Tuhaf coşkulu bir
adamdı. İşyerinde neco veyahut hödük derlerdi. Hatta bir gün gelip ağabey
"bu hödük ne anlama gelir diye sordu" bende kısaca kaba ve görgüsüz
dediğimde bundan üzüleceğini düşünmüştüm. Fakat Necati az yandan gülerek
"kabayım ben evet dedi". Kaba olmak bu insanlar için kötü bir özellik
sayılmıyordu. Aksine ince olmak hayal dünyalarında kötü hisler yaratıyordu. Necati
lakabına yakışır oranda kabaydı. Küçük boylu, sinsi yüzlü, zayıf, çelimsiz bir
adamdı. Uzaktan insanları süzer küçük beyninin içinden olmadık fikirler
geçerdi. Çıraklarına hakaretler eder, çoğu zaman döverdi. Fakat üstlerine karşı
koşulsuz bir itaatle hizmet ederdi. İcabından fazla saygı gösterirdi. Herhangi
bir amirin selam verirken gülümsemesi bile kendinde mühim bir adam hissi yaratırdı.
Bana olan saygısının ilgisinin nedeni buydu sanırım. Benimle konuşunca kendini
arkadaşlarının yanında özel
Ve önemli hissediyordu belkide. Ben bu çirkin fikirlerin
farkında olmama rağmen, bu hasut adamın hareketleri konuşmaları cahilce
fikirleri beni çok eğlendiriyordu.
bunlardan ziyade anlattığım her şeyi ilgiyle, pürdikkat dinlemesi olayları
yaşaması ve mimiklerindeki doğallıktan dolayı bu adamı seviyordum. Necati
tuttuğu balıkları gösterdi heyecanla. Kovanın
içinde dört beş tane sarıkulak kefali ve yine o kadar çırpan bulunuyordu. Bir
süre oturduk sahilde. Necati bana bir yastık verdi. Yastığı dirseğimin altına
koydum. Denizi seyretmeye başladım. Aklıma
Kaptan Gusto geldi. Çocukluğumuzun sınır tanımaz denizcisi. Fakat
güvenli çelik gemilerde ne kadar maceralı ola birdi ki deniz. İçerisinde
telsizler, filikalar, radarlar her çeşit güvenlik önlemi bulunurken. Eski
denizcileri düşündüm. Eskiden denizcilik bambaşka bir yaşam biçimiymiş tehlikeli
ve zorlu. Ve denizciler insanoğlunun en garip yaratıklarıydı belkide. bir
restoranın duvarına kurşun kalemle yazılmış bir yazı okumuştum "insanlar
üçe ayrılır. canlılar, ölüler, denizciler." o kadar kısa ve güzel anlatılmıştı
ki bu alemin toplumsal ahlaktan ve kurallardan uzak oluşunu. Kendi kurallarını
koymuş. Geminin rutubetli ahşab odalarında dalgalarla olan savaşı. Sonra
korsanlar ve deniz savaşları. Denizin ışıltısıyla bitmeyen hayallere dalıyorum.
iş vakti yaklaşıyor
Necati "abi balıkları eve bırakalım birde kahve
içelim" dedi. Çok hoşuma gitmese de tamam dedim. Eve doğru yola koyulduk
ev çok uzak değildi. Evi biraz çukurdaydı girişi biraz dardı. Babasının eviydi
ve bütün kardeşler aynı evde yaşıyordu. Karısı geldi. Karısının ismi şerifeydi.
Görücü usulü evlenmişler. Düğün gününe kadarda karısını hiç görmemiş. Zaten bu
kadar uyumsuz görünen bir çift için seçim şansı olmaması gerekiyordu. necatinin
karısıyla olan muhabbeti çok hoşuma giderdi. Karısından uzun uzun bahsederdi.
Anlattığının farkında olmasa da yüksek hayal gücü gerektiren muzip hikâyelerdi.
Karısıyla düştükleri komik durumları anlatırdı. Necati bir iki sefer konunun
heyecanıyla karısını dövmeye çalışırken yediği dayağı anlatmıştı. Çok uzun süre
içten içe gülmeme sebep olmuştu bu olay. Birden evin içinde bir hareketlilik oldu.
Kahve filan unutuldu. Yan komşuyla ufak bir toprak meselesi varmış. Yan komşuda
memleklerinden hemşerileri aynı köylü sayılırlar. Yıllar önce birbirimizi
koruyup kollayalım diye beraber ev yapmışlar. Şimdiyse bu basit giriş meselesi
yüzünden düşman olmuşlar. Necati derin düşünceliydi.. Karısına uzunca demir bir
Çubuk verdi."şerife al bunu kavga çıkarsa önüne kim gelirse vur dedi"
ben o anda olayım vahamiyetini anladım ama kaçmak için iş işten geçmişti.
Necatinin karısı çubuk elinde derin derin soluyordu. necati ne kadar ufak ve
çelimsizse bu kadın o kadar uzun ve heybetliydi Kadının başında bir örtü vardı
sıkı sıkı bağlanmış. Üzerinde Buruşmuş bir bluz ve koca ilmekleriyle örgü bir
yelek vardı. Kocaman memeleri göğsünden fırlayacak gibiydi kocaman tombul
elleri vardı kaşları alınmamış dudakları kıllıydı. Titriyor, bir şeyler
sayıklıyordu. Dışarıdan ilk bağırtı geldi. Diğer evin babası Elinde sopa ile
bahçe kapısının demirlerine vuruyor ve bağırıyordu. "çık lan Hamdi, kanını
içeceğim senin ." Hamdi amca topuklarının üzerine bastığı ayakkabıları
giydi. Ama bu sefer topuklarını geçirdi. İhtiyar adam koşa koşa çıktı bahçeden
"geldim kahpenin oğlu." sonra kavgaya evin diğer oğlanları erkek
çocukları. Birbirine laf atan kadınlar, herkes dâhil oldu. Yedi tane evin
ortasındaki tozluk alanda, çoluk çocuk kıyasıya bir dövüş başlamıştı. Erkekler,
ellerinde Sopalar demir çubuklar vahşice saldırıyordu. Kadınlar sopaları
bırakıp saç saça birbirlerini yerde sürüklüyorlardı. Ben kaskatı olayı
izliyordum. Bütün mahalleli olayı
uzaktan korkulu gözlerle izliyordu. Ne bir ayırma çabası nede herhangi bir söz.
Kavga yorucu ve acı vericiydi. Kadınlar düşmeye, bayılmaya yerlerde inlemeye
başladılar. Tek yorulmayan Necati’nin karısı şerifeydi. Necati Şerife ye
"önüne gelene vur demişti." şerife de öyle yapıyordu kendi kocasını
bile tanımıyor demir çubuğu tüm şiddetiyle çığlıklar atarak vuruyordu. Herkes
bir taraflara bayılıp inlemeye başlamıştı. Ayakta beş kişi kalmıştı nefes
nefese kanlar içinde. Bir tek Şerife de ne bir iz ne de kan vardı. Kaynıyla,
komşusuna vura vura devirdi. Sonra kızarmış gözleriyle kocası ve dövüştüğü
adama saldırdı. İkisin ide yere serdi. Yerde hareket edenlere de vurmaya devam
etti. Kimsede hal kalmamıştı. Tek şerife ayaktaydı. Döndü etrafına baktı. Kimse
yok demir elinden düştü. Olduğu yerde bayılıverdi.
Yorum Bırakmak İster misiniz?