Header Ads


MEVLANA VE MESNEVİ




MEVLANA İLE İLGİLİ YAZI DİZİSİNİN 4. BÖLÜMÜ   
Bu satırlarda Konya’yı Küçültecek bir eksiklik olamaz Çünkü bundan on yıl önce İzmir gibi büyük bir kentimizde, bana Mevlânâ'dan söz ederken bir din hocasının; “Efendim, Mevlânâ dediğiniz düdükçünün biri” deyivermişti. Din ile musikiyi, bugün bile içine sindiremeyenler var. Bir de buna semah yapmayı, Türklerin, Orta Asya'dan getirdikleri bu coşku dolu dönüşleri ekleyin. 



Mevlânâ'nın, derslerine gelmeyip bütün günlerini. Tanrı mesajcısı olarak karşısına çıkan Şems'le beraber geçirişini, direklere tutunup. “Allah Allah" diye dönuşlerini ekleyin ve bir şeyi daha dikkate alın: Bütün tarikatlar Horasan, Bağdat yörelerinde kuruldu. Selçuk ve Osmanlı devletinin toprakları üzerinde en olgun, en bereketli güllerini açan tarikatların hiçbiri, Anadolu damgalı değildi. Tüm Türkeli gibi Konya da buna yavaş yavaş alıştı ve Mevlânâ'yı kısa sürede bağrına bastı. Mevlânâ'yı öylesine büyülttü, yüceltti ki hakkında masallaşmış mucize öyküleri yarattı. Ve Celâleddin’i yücelttikçe yüceltti.
ARTIK ONUN TUM BİRİKİMLERİNİ KONYA'DAN, İSLAM DÜNYASINA VE BATIYA VE DE EVRENE UZANDIRACAK, DÜNYAYI SARSACAK, DİNLERİ, SOYLARI VE GÖNÜLLERİ YENİDEN BİRLEŞTİRECEK EN OLGUN ESERİNİN DOĞMASI GEREKİYORDU
Mesnevi yazılıyor
Nasıl Şems bir anda kibriti çakmış, hünkârımız aşk, feryat, kendisini kaybediş, daha doğrusu Allah ta kayboluş dünyasına dalmış idiyse, bu kez de Mevlânâ tutkunu, o vefalı Ahi çocuğu, ondaki olgunluk pişmişlik ve verimlilik dünyasını ateşledi.
Mesnevi de dünya tarihinin bilgisi, hayvanlar, bitkiler âleminin İnsan bedenini oluşturan organların, İnsanın ruhsal dünyasının kültürü birer fırça vurularıyla ortaya çıkar. Sizi en çok bilgilendirdiği yerde dizelerin dünyası bütün lirizmiyle içinizi ürpertiverir, ısıtıverir.


HÜSAMEDDİN Çelebi'nin, Mevlânâ'nın yaşamındaki rolü çok büyük. Bu vefalı Ahi çocuğu, Mevlânâ’nın bütün ağırlığı ve enginliği ile sanat, edebiyat ve bilim dünyasını doldurmasına İlk ışığını yakmıştır. İyice Mevlânâ'nın kovanı dolu. Doğu dilleri ve Yunanca bilgisi ile dünya kültürünü anlamış olan bu petekten, akılların alamayacağı zenginlikte, dillerin tadına dayanamayacağı lezzette ballar boşalacak duruma gelmiş. Mevlânâ, şimdiye değin ders vermiş, islam ülkelerinin her birinden koşarak gelenler faydalanmış... Gerçi daha önce, özel konuşmalarının birçoğu toplanmış, Fihi Mafih adlı eser ortaya çıkmıştı. Zamanla altı va’zın- dan oluşan Mecâlls-i Seb-a da yayınlanacaktı. Yazdığı her biri altın değerindeki özel mektuplarından Mektûbât oluşacaktı, ama artık onun tüm birikimlerini Konya'dan İslam dünyasına ve Batı'ya ve de evrene uzandıracak, dünyayı sarsacak, dinleri, soyları ve gönülleri yeniden birleştirecek en olgun eserinin doğması gerekiyordu. Bu eser hacimli, içeriği engin, ciltlere sığmaz bir eser olmalıydı. Ondan her sûfi, her babacan ve sevecen, her çocuk, kadın ve erkek payını almalı. Onda coşku az olmamalı, ama derin bir düşünce, engin bir us öne geçmeliydi. Bu yeni eseri için Mevlânâ  Celâleddin'in bilinç altında hazırlığı tamdı. Konya'da yerleşmiş ya da sonradan akın akın bu kentimize doluşmuş din adamları bilime susamışlar, papazlar, hahamlar, türlü soydan gelen meraklılarda, Hünkâr’ın ortaya atacağı esere sanki susamışlık içindeydi. Doğacak bu yeni eser, uzun ve derindir düşünü çerçevesi içinde akıp gitmeliydi. Çocuklar, kadınlar,cahiller, bilginler, az bilenle çok bilenler nasıl katlanabileceklerdi bu evrensel kitabın anlattıklarına? Her din, her millet, her cins İnsan nasibini almalıydı yazacağı eserden... Birgün, belki de tekkede yalnız kaldığı zaman yada Şems'in gelişini, kayboluşunu yeniden hüzünle andığı bir an, kim bilir belki de Konya’da, Şeker Hanı'na doğru yolculuk yaptığı bir sırada ya da Allah’ın peygamberlerine, velilere, veli derecesinde oldukları halde bundan habersiz Tanrı sevgililerine en yakın olduğu saatlerde, bir gönül dürtüsü, onu söylemeye ve de söylediklerini yazmaya itti. Ozanların en yücesiydi, ama şiir denen türün, ruhunun enginliğine yetmeyeceğini de bilmedeydi. “Şiir mi, düz yazı mı, aruz kalıbı mı, ne ola ki" diye fikir etmeden, doğuşlarını peşpeşe on sekiz dize halinde sıralayıverdi.

 "Dinle neyden, öyküler dillenmede,  Ayrılıktan sızlanışlar gelmede, Kestiler bir gün kamışlıktan beni, Her gören inler, inilderken beni. Ayrılıktan parçalanmış kalb hani? Anlasınlar, söyleyeyim tâ derdimi..."

HÜSAMEDDİN, KİBRİTİ ÇAKIYOR

Nasıl Şems, bir anda kibriti çakmış, Hünkârımız, aşk, feryat kendisini kaybediş, daha doğrusu, Allah'ta kayboluş dünyasına dalmış idiyse, bu kez de Mevlânâ tutkunu o vefalı, o Ahi çocuğu[1], ondaki olgunluk, pişmişlik ve verimlilik dünyasını ateşledi:

—“Sizden, bundan sonra islâm ve bütün dünya, insanlığa rakipsiz kılavuz olacak en olgun eserinizi bekliyor. Ne zaman himmet olunca?" Mevlânâ sevindi, gülümsedi: —"Bu görüşün, zati, içindeyim ben. Petek doldu, taşıyor bile. Eğer yazmaya gücüm yatecekse, hazırsan, bana Evet' de, başlayalım. Hatta ilk on sekiz beyti hazır bile” diyerek şiiri uzattı. Bundan sonra gündüz gece, durdurak yoktu. Arada acıkıp bir şeyler yiyorlar, yine sürdürüyorlardı Mesnevinin söylenimini ve yazımını... Seneler aktı, aktı... Altı ciltlik Mesnevi’nin yazımı Hüsameddin Çelebi'nin kaydetmesiyle bütünlendi. Hüsameddin’in kaderini yücelten Mevlânâ, Mesnevi boyunca Çelebi'ye sevgilerini, mesnetlerini sunar. Gecelerce, aylarca ve yıllarca söylenilerek ortaya çıkmış olan esere, Mevlânâ, bir ad bile bulamaz, bulma gereğini de duymaz. Bu konuyu acı bir dille yanıtlamaya kalkarsak, “O, asıl niteliği ve gerçek kişiliği ile anlatılma yerine, kendisinin Tanrı'ya ulaşmasından sonra, sayısı akılda tutulamayacak kadar çok olan yorumcularca hep tarikat yolu kılavuz alınarak onun seremonileri içinde işlendi." Bir yandan, Mevlânâ soyundan gelen en son kuşağın bağlıları, bir yandan da düzenlenen seminer ve konuşmaları —ki bir haylisine biz de katıldık— onu hep bir tarikat piri olarak  zaaflara karşı da hoşgörülüyüm” demek ister gibiydi sanki! Mesnevi’yi biraz karıştıranlar, onda Kuran'ı, İncil'i ve Tevrat’ı,birlikte baştacı edilmiş görürler. Sormak gerek: “Mesnevî, dinler tarihi mi?" Hayır elbette! Bilimsel bir tarih değil elbet. Ama üç kitaplı dinin özü, ruhu, güzelliği, hatta eşitliği onda ışır. Mesnevide dünya tarihinin en büyük olayları yer bulur. Ama o, sırf tarih öğretmeksin yazılmış bir kitap değildir. Mesnevî'de binlerce şaka, espri ve fıkra yığılmış. Ama o,bir mizah kitabı değil
işleme yolunu tuttu. Ortada ermiş bilge Mevlânâ göründü, durdu. “İnsan Mevlânâ”ya bir türlü ışık tutulamadı. Halbuki yüce Hünkâr, Mesnevisinde en mistik görüşlerini, yeri gelince esprilerle, çocuklara Özgü öykülerle, şakalar, hatta bugün yazsaydı muzır kurulların yasaklayacağı en açık fıkralarla karıştırır. Böylece kendini rahat okutmak, kimseyi sıkmamak ister, bu dehâ, eserini, gönüllere, beyinlere rahatça yerleştirirdi. İnsanlığa, "Ben bu kadar rahatım. İnsanım ben. Bende Tanrı'nın ruhu var, bu nedenle yüceyim. Ama Âdem'in soyundan geliyorum. Bu nedenle de zaifim. İnsanlar biraz da kusurları, yanlışlarıyla güzel olduğuna göre, başkasına zarar vermeyen

MASALLAR - MİTLER YAYILDI DURDU



 Mesnevi'de dünya tarihinin bilgisi, hayvanlar, bitkiler âleminin insan bedenini oluşturan organların, insanın ruhsal dünyasının kültürü birer fırça vuruşlarıyla ışığa çıkar. Ama, bir lise yada üniversite okulları için hazırlanmış bildiler toplamı da değil ki!.. İnsan düşüncesinin kavrayabileceği, kavrayamayacağı her bilgi, sezgi Mesnevi’de. Ama bu altı ciltlik eser, didaktik de değil. Kuru bir bilgi dergisi de değil. Sizi en çok bilgilendirdiği yerde, dizelerin dünyası bütün lirizmiyle içinizi ürpertiverir, ısıtıverir. Bu koskoca dünyadan sîzlere neler sunabilirim?

Bir cihan şaheserinden bazı bölümler açarak sunabileceğim her şey tadımlık olacaktır. Çünkü Calâleddin Rûmi, o altı ciltlik esere bir on altı cilt daha ekleseydi de sonuç değişmeyecekti. Dünyanın bütün kültürlerini, olumlu, toplumsal, ruhsal ve tarlhsel bilimlerini, insanın beden ve ruh çatısını. ulusların siyasal yapılarını, hüküm- darları, onlan sonunda batağa düşürecek olan ibret alınası çirkinlikleri bu on altı ciltte de gereği kadar yansıtamazdı. Bunun ne- deni, MevlAnA denen gömünün, peri masallarında olduğu gibi, tükenmez olması... Mevlânâ 'nın, ruh yapısı olarak hiçbir konuda ayrıntıya sapıp, okuyucu ya da dinleyiciyi sıkmak istememesidir. Yüceliği böylesine tarifsiz bir eser ve onun yaratıcısı olan Mevlânâ için, her veli İçin olduğu gibi sonradan birçok mucizeler ortaya atılmıştır. Hatta bu öyküler, masallar, hayallerde büyütülmüş efsaneler, resimlendirilerek, Mevlânâ 'nın yaşamını anlatan kitaplarda da yayınlanmış bulunuyor.


Kendisine iki "Doğu dilinin temellerini borçlu olduğum babamla, ortaokuldayken birlikte Mesnevî’yi sökmeye çalışırdım. O zamanlar on dört yaşlarındaydım. Mesnevi' nin birçok bölümleri beni güldürmüş, kahka- haları basmıştım. Bazı öyküleriyle de heyecanlanmıştım. Bir masal kitabıydı sanki... İstanbul öğretmen Okulu’nun sön sınıfında komşumuz olan emekli bir konsolosla birlikte Mesnevi’ye eğiliyordum. O zaman anladım ki, Mesnevi, havasına girdikçe insanı birbirinden ayrımlı felsefeler içinde dolaştırıyordu ama rahmetle andığım konsolos amca ile o felsefeleri rahatça çözebiliyorduk. 1950 yılında İranlı emekli bir edebiyat öğretmeni ile hemen her akşam buluşurduk. Bir tek Türkçe cümle bile konuşmama anlaşmasına varmıştık. Akşamları da karşılıklı Hafız’ı, Sadi’yi. Mevlânâ'yı, Hayyam’ı Türkçeye çevirme titizliğini yaşadık. 1959 yılında gittiğim ilk İran gezisini izleyerek sekiz kez yaptığım İran ve türkü kentlerindeki gezilerimde Mevlânâ, Hayyam ve Hafız üzerinde yaptığım konuşmalar, bu konularda otorite olan Forûzan, Muhit e Tebai gibi dostların —sonuncusu hayatta— hemen hepsini rahmetle anıyorum.
BİZ YETMEYİZ Kİ
da, Mesnevi'yi okumamış olanlara hemen bir işarette bulunmalıyım. Acaba adlarını aşağıda saydığım hayvanların yiyip içmesi, barınmaları, birbirleriyle ilgileri, cinsel ilişkileri hakkında tam bilgileri var mı? Eğer “Hayır" diyorlarsa, lütfen Mesnevide geçen şu hayvan adlarının listesine baksınlar, eksiklerini bütünlemek için hemen Milli Eğitim Bakanlığı'nca önce Veled Çelebi, sonra da Abdülbaki Gölpınarlı merhumlar tarafından çevrilen Mesnevileri okusunlar: "Yont kuşu, tavus, kuzgun, su kuşu, köpek, dudu kuşu, kurt, yaban su aygırı, eşek, kaplan, domuz, akrep, fil, yılan, horoz, aslan, tilki, kirpi,öküz, serçe, yarasa, doğan, örümcek, kertenkele, karakuş, keklik, sivri- sinek, porsuk, tavşan, anka, deve, hüdhüd kuşu, baykuş, arap atı, katır, yaban eşeği, leylek, ceylan, gergedan, bokböceği, bülbül, karınca, sansar, bal arısı, fare, tavşancıl, koç, kuzu, keçi, kurbağa, çaylak, karga, geyik, yaban sığırı, kaz, tavuk, çakal, güvercin, çil kuşu." Benim saptayabildiklerim bu kadar... Bir de bitkileri saysam, bunun iki katı tutar.


[1] Hüsamettin Çelebi

Milliyet Gazetesi 14.12.1990 sayfa 13 Bilge İnsan ve Allah Tutkunu Mevlana Yazan:Rüştü Şardağ

DÜŞÜNMEK VE PAYLAŞMAK DİLEĞİYLE...



Hiç yorum yok

YORUM BIRAKMAK DÜŞÜNMEK VE PAYLAŞMAK İLE İÇ İÇEDİR. LÜTFEN DÜŞÜNDÜKLERİNİZİ PAYLAŞIN. YORUMLARINIZLA DAHA ÇOK PAYLAŞILALIM.

www.nerdenduydun.com. Blogger tarafından desteklenmektedir.